Ana içeriğe atla

İhtişamlı Bir İlk Şiir Kitabı: Sır Kâtibi



Sır Kâtibi, rahmetli Hulki Aktunç'un ilk şiir kitabıdır. Şiir Atı yayınlarının bir güzelliği olarak 1989 yılında basılmış. Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki bu güne kadar gördüğüm en güzel kapak tasarımına sahiptir. Müthiş bir histi sahiden de, hiç unutmuyorum kitapla ilk karşılaştığım ânı.
(Yıllar sonra Hulki abiye bu mevzuu uzun uzun, bir çocuk gibi anlatınca o da çok sevinmiş benimle aynı fikirde olduğunu beyan etmişti... Ve uzun bir 'kitap kapağı' muhabbeti başlamıştı aramızda, ki, bir daha tekrarlanmadı öyle bir sohbet hayatımda, ne Hulki abi ile ne de başkasıyla. Hastanede olduğunu biliyordum ama vefat haberini aldığım gün derinden sarsılmıştım.)

Kitabın kapak tarsımı Akan Kor’a ait –elleri dert görmesin! Akan beyle de konuşma şansım oldu. Sonraki yıllarda meslekî birikimini kitap kapağı dışındaki tasarımlara ağırlık vermesi yayıncılığımız için önemli bir kayıp bence.

Evet, sahiden de ‘ihtişamlı’ bir ilk şiir kitabı Sır Kâtibi. Sabırla işlenmiş ve demini bulmuş özgün bir dil işçiliğinin, keskin bir edebiyat bilgisiyle ve masallar, destanlar ile halk söylencelerinin harmanından müteşekkil kişisel bir tarihin ortak ürünü. Şairin şiiri, çağının şiiri… Böylesi büyük bir sese hayran olmamak elde değil.

 Kitaptan bir şiir paylaşayım:


DOKUNAK

Toprağa ve küle üzülüyorum
ıssız bir geçit oluyorum
dağ başlarında

Bir çerçi inliyor
ay da bakıyor yamacımda

Renk biriktiriyorum
kan ve limon
ah diyor çerçi
alıcıları vardır onların da

Bu güz eskilerinden
daha çok benziyor
bir güz fotoğrafına

Önce kırık bir kahverengi
ardında eski bahçe daima

Ve bir kızçocuk koşuyor
yaşı sekiz
saçları kerimanhalis

Hayatı sepya


[Hulki Aktunç, SIR KÂTİBİ, sy. 89.]


[Aşağıdakiler de kitaptan benim seçtiklerim, tadımlık diyeceğim ama oldukça geniş bir seçki aslında ;) Nihayetinde kendim için tuttuğum notlar bunlar, başkaları da istifade ediyorsa ne mutlu bana.]


KALDIRIM BİLGESİ


(II)

(...)
-Yolum uzağa
bütün sorguculardan
en uzağa yolum benim


(V)

Suçlu Melek

Yalnız mıyım
eğreltiler de
dindiremiyor beni

-Biri odumdan ateş yaktı
ve küllerimi deşeledi biri

-İhvan idim
karanlık bir törende
sözlerimi ishakkuşu belledi

-Ben hep öldürülüyorum
hep kışlaktayım
hep kışlaktayım
boynumda bir yara var

-Başkasında konuşuyor
kendimde susuyorum
sınanmış bir ateşte


(VI)

(...)

Gel de sorgula beni kara sahtiyan.
Düşlerindeki korkulu gulyabaniden
kurtul. Düş de göremeyeceksin
o meleğin suçlarına erince.


CİN DÜĞÜNÜ

Yokum yokum ah burdayım burdayım
bir serseri karabatak ardında
yaralı ve Hafik'li kanburdayım

Yok ediyor beni hazin düğünler
yok bilemem seste mi suskuda mı
cinlerin yok ettiği santurdayım

Burdaydım ve tellerim yok tınladı
yokum yokum hiç burda aramayın
yite yite var olan bir surdayım


*


bütün imgeler
ölü bir erkek
zihninde söner


*


Irmağı göster bana
denize vardığı yeri

Dar geçidi yüreğimin
sevdayla aşılır belki


*


Bazı şarkılardan başka
ülke yok bana
bazı küllerden başka gül
yok buradayım ıssızım


*


Vardığım yer
münzevi bir
yarım
ada


*


başkalarından bıktım
sevmedim kendimi de


*


Ah menzillerimiz
ki hep yarım kaldı


*


Ben battığım
tenhalığımı
kimseye anlatamam

Başkalarıyla giderler
yapayalnız dönerler
unuttukları kıyıya


*


çok sevilmiş bacaklarıyla Şehriyâr'dan
derin baktı yastıkta sûretine kızın
düşündüğü bin dizenin en uzunundan


*


Unutmayın külhan toyları
akrep kendi hukukuyla vurulur


*


Soluk ve düş resmiyle
andığı bir kadını
yaralar ve yok olur

(...)

Aşka bir esnası yoktu
kepengini tün kapadı
küstü sustu resme baktı
uzandı o gözü öptü


*


Dünyaya çekül düşüren bir adam vardı
Boynunu çok uzun efsanelerde asardı


*


Tenimin semtinde
aşk bulamadımdı o sıra
ben ne galizdim
ve ne kölecan
sorun onlara

Kendine cellat duran
boynunu aklamaz da

Ve semtim oldunuzdu siz
ey nesnesiz gölgeler


*


Bir su sonsuz odaları karalar birden
taşlıklarda sofalarda gölgeler siner
bir gölgekâr inlemeye başlar şiirden
dışarıda yağmur sesleri aniden diner


*


Anneannem ki bir ada idi, annenin daha küçükken evden kaçtığı, benim de yarım yırtık günce yapraklarıyla sevda arandığım bir ada idi.


*


Anneannem ki bir ada idi
uzak tepeler gülcüsü
manastırlar yatırcıklar bekçisi

Kuruyup incelmiş belini
dolanıyor yıldızevleri

Size kuytu koyaklar size
bana dönüşsüz kıstak

Rüzgâr yiyip yel içiyor
tabut başındaki tülbendi

 
Selim İleri, Hulki Aktunç ve İbrahim Yıldırım

Okuma önerisi
Hulki Aktunç’un ilk gençlik yıllarında arkadaşlığını yapmış bir yazar olan Namık Çınar’dan hüzünlü bir veda yazısı: 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka