Ana içeriğe atla

Mihail: Bir Arkadaşlık Hikâyesi



Panait İstrati’nin Mihail'i (‘Arkadaş’) yıllarca zihnimin içinde dönüp durdu.

Okumayı çok istiyor olmama rağmen bir türlü fırsat bulup kitabı edinemiyordum. (Uğradığım kitapçılarda bulamamış, internet üzerinden satışta olanların ise yayınevlerini beğenmemiştim –benim istediğimin baskı tükenmişti.) Sonunda ‘tesadüf’, Mihail'i, taşınmaya çalışan eski bir kırtasiyecinin tozdan kararmış raflarının arasında çıkardı karşıma. Aradığım yayınevindendi: Varlık Yayınları’nın bastığı Yaşar Nabi Nayır çevirisi

Kırtasiyeci, uzun zamandır raflarında okuyucusunu bekleyen ama kimsesizler mezarlığındaki yoksullar gibi sahipsiz kalmış nice klişe kitabın, “100 temel eser”in, çeşit çeşit “namaz hocası” ve “dinimizi öğrenelim”in yanında, kıymetinden haberdar olmadığı çok değerli bazı kitapları da yok pahasına (2-3 TL’ye) satıyordu. Ben de kitaplığımın “sıhhî raflarında” bulunmayanlardan nasibime düşenleri kapıp evin yolunu tuttum.

Mihail ile birlikte beş tane daha kitap almama rağmen akşam evde okumaya ilk ondan başladım. Doğrusunu söylemek gerekirse “bakmaya” ilk ondan başlamıştım. Kapağını açıp inceledim, arka kapak yazısını okudum, Yaşar Nabi’nin “Sunuş” yazısını okudum, tam bırakıp diğer kitaplara göz atayım derken, “dur bir de ilk cümleyi okuyayım, nasıl girmiş yazar” dedim ki, 'bir de ne göreyim', kısacık romanın ilk 50 sayfasını devirmişim ve benim ‘uyanmama’ sebep olan obur ciğerim sigara istiyor...

Bir sonraki gün kitabı bitirmiş, üzerine hummalı bir düşünme ediminde buldum kendimi: yalnız eksik bir şeyler vardı. (Yine mi?) O herkesin öve öve bitiremediği ‘dostluk’ bu olamazdı. Tıpkı Tanpınar'ın Huzur’undan sonra bulamadığım huzur ve içine düştüğüm huzursuzluk hâli (!) gibi, İstrati’nin Mihail’indeki dostluğu da inandırıcı bulmamıştım.

[Oysa o kendisinden hiç hazzetmediğim Nasyonal Sosyalisti ne kadar da kıskanmıştım. Çünkü Mihail romanı onu soğuk bir Paris akşamında Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Bey’i gibi göğsü bağrı açık dışarı fırlatmış ve ona “Yaşasın İdeoloji Kardeşliği” dedirtmişti! –Kardeşlik kardeşliktir.]

Allah’ım, dostluğa inanmadığımı bildiğin için mi onu göstermiyorsun bana. Tıpkı mutluluk ve mutsuzluğa ya da iyi ve kötüye inanmadığım gibi...

İstrati, sen elinden geleni yaptın arkadaşım. Bay Mihail ile anlaşamadık!







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka