Ana içeriğe atla

Hiç Bunları Kendine Dert Etmeye Değer mi




(Kitabın ilk baskısının 1997 yılında yapıldığını unutmadan okuyalım.)


“Bir kadın dolduruşa gelip boktan bir paye uğruna adam temizlemez. Kiralık katil olmaz. Sapık katil olmaz. (İstisnai durumlardan bahsetmiyorum.) Diyelim transvestitleri kafaya takıp otuz-kırk tane transvestit, yok at kuyruğu olan sarı saçlı genç adam, temizlemez. Kadınlar öldürürse tragedya kahramanları gibi öldürür. hiçbir kadın, kız kardeşini tarlada gizlice çocuk doğurdu, ‘namusumuzu’ iki paralık etti diye köy meydanında kurşunlamaz. zira hiçbir kadın, ‘aslan kızım sayende aile şerefimiz kurtuldu,’ safsatalarıyla robotlaştırılacak kadar zayıf ve zavallı ve salak olamaz. Kadının yüreğiyle beyni arasındaki köprü taş gibi sağlamdır. Topa tutsan yıkılmaz.”

*

“Ben beni kıran, aşk bitince ağzımda pas tadı bırakan erkeklerin fotoğraflarını yakmak, ya da bir ayakkabı kutusuna tıkıp dolap altlarına sürmekten yana olanlardanım. Altmışıma doğru çıkarıp bir yandan cevizli kek yer bir yandan: ’Bu dürzü beni amma üzmüştü,’ diye güler, cinayet romanlarıma katil değil, bahçıvan yaparım.”

*

“Bir kadın düşünün: hayatı boyunca üç-beş yer görsün, aile çevresinden çıkmasın, çok az insan tanısın, hiç okula gitmesin, hiç evlenmesin, doğurmasın. Yazması için ablası Cassandra'yla paylaştığı yatak odası ve bütün ailenin kullandığı oturma odasından başka yeri olmasın. Dahası misafir gelince roman yazdığı anlaşılmasın diye kâğıtlarını alelacele toplamak zorunda olsun. Kırk iki yaşında da uzun süren bir hastalıktan ölsün. Bu kadın Jane Austen olsun. Jane Austen olsun.”

*

’’En önemli ismi en sona sakladım: Serdar Ortaç. Tartışmasız en iyisi, zira en Türk malı Türk'ün malı her Türk onunla coşmalı. Yetmişlerin Türk film müziklerinin, post-modern bir Zeki Müren'liğin, Neşe-Gülden Karaböcek kardeşlerin reenkarnasyonu. Hiç Batı'ya saçılmak gibi gerçeküstü söylemleri yok. Pırıl pırıl teklemeyen bir Türkçe, cin gibi bakışlar, ufacık tefecik, kitsch bir çocuk. En bize ait müzik onda, en çınçın candan söyleyiş onda. En matrak klipler de onun. Mtv'ye gözünü dikmeyen gözlerinden öperim.’’

***

Perihan Mağden'in bütün kitaplarını severim.
PM kitaplarının değişmez kapak güzeli olan Marilyn Monroe bu kez yerini başka bir güzele, Carson McCullers’a bırakmış.

(Artık çok konuşmayı da, yazmayı da sevmiyorum.)

Lâle Müldür’ün –aynı zamanda çocukluk arkadaşı da olan– Perihan Mağden için yazmış olduğu bir şiiri de paylaşayım, belki tam olur.
Sevdiğim bir şiir.
(Kitap-lık dergisinde okuyup not etmiştim.)

***

Herşey Aslı Gibidir Perihan

Perihan Mağden için

Herşey aslı gibidir Perihan
Bu yüzden sen şimdi dondurma yiyorsun

Herşey tersi gibidir Perihan
Bu yüzden sen şimdi spor giyiniyorsun

Herşey senin gibidir Perihan
Bu yüzden sen şimdi kendine bakıyorsun

Herşey gözlerin gibidir Perihan
Bu yüzden erkekler âşık oluyor gözlerine

Herşey yüreğin gibidir Perihan
Bir sır gibi kapalı tuttuğun

Herşey senin gibidir Perihan
Gizli bir su gibi içinde tuttuğun.


Lâle Müldür
7/4/2003





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka