Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sonsuzluk Üzerine Birkaç Söz

Shigeo Okamoto, 1983 Birkaç yıl oldu sanırım;   Toplumsal Tarih   dergisinde (kaçıncı sayı olduğunu not almamışım), son sayfalara doğru   sonsuzluk   konulu bir yazı okumuştum.  Yazı   matematikteki sonsuzluk   ile sınırlıydı... Sayfaların ayrı bir köşesinde sunulan –bana teselli için! – ‘ Sonsuzluk İçin Ne Dediler ’ başlığını taşıyan küçük bir bölüm de vardı ve aşağıdaki sözlerle   sözün sahiplerinin   isimlerini veriyordu.  Zaman zaman döner bir daha okurum bu sözleri.  Bir nevi beyin jimnastiği sanki, sonsuzluk üzerine düşünmek… * Acaba, kendisini vermeyen ve kendisini vermiş olsaydı var olmayacak olan şey nedir? O, sonsuzdur! Leonardo Da Vinci Sonsuzluk, mümkün olanı kaçınılmaz olana dönüştürür. Norman Cousins Küçükler arasında en küçük, büyükler arasında en büyük yoktur. Ancak, yine da daha küçüğü ve daha büyüğü vardır. Anaxagoras Sonsuzluklar ve bölünemezler bizim sonlu anlayışımıza aşkınlık kazandırır, ilki bü

"Hiçbir şey olmadı"

Hasan Ali Toptaş,   ilk kitabı   Bir Gülüşün Kimliği   ile ilgili olarak şöyle der bir röportajında: “Kitabımı kendi paramla bastırdım. Maaşımdan taksit taksit ödedim. Kitap çıktığında o gün yeryüzünde büyük bir sallantı olacağını düşünüyordum. Hiçbir şey olmadı.” Bugünkü   konumuna   ve saygınlığına diyecek yok elbette ama bir   yazarın hangi aşamalardan, yıkıntılardan geçip de   okuyucusuna   ulaşabildiğinin en sarsıcı anlatımlarından biri olarak kabul ederim Toptaş'ın bu sözlerini. Hoş,   Hasan Ali Toptaş   geç de olsa ulaştı okuyucusuna. Bunu yaşarken göremeyenler de var. Hatta çoğunlukta… Diyeceğim o ki, bu da bir şeydir. hamiş :  ilgili röportajı okumak için  tıkla

GİGİ: 3+1

Ah Gigi… Sen titrerken yanımda, ben başka bir yerde, bir yıldıza mı göz kırpıyordum? Ah Gigi… Çok mu yakın duruyordum, yoksa çok mu uzak? Kıvılcımın ne zaman döndü aleve? Ve sıcaklığın arzuya? Ah, hangi mucize, seni değiştirdi böyle? I. Film Gigi (1958) II. Albüm Pink Floyd, Ummagumma , 1969. III. Şiir Gigi Gigi'nin portresi ölürken. Öyküsü olan tablo. Öyküsünü galeride açılışta ressam ağlamış okumayın diye. Tabloyu satın almış Gigi. [Sami Baydar ] bonus: Bir de kitap!  –Colette’ten.    

Sessizlik

Enis Batur'a saygılarımla Kentin en kalabalık caddesinde, hayretle yürüyorken, karşıdan, siyaha bulanmış (dudakları siyah gözleri siyah yürüyüşü siyah) bir kadının ona doğru tarifi zor bir hayranlıkla baktığını fark etti. Tam yanından geçip gidiyor, görüş alanından çıkıyordu ki, ani olan her şeye verdiği o mahcup tepkiyi bir refleks gibi tekrarladı ve tüm utangaçlığıyla başını hafifçe öne eğerek dişlerini göstermeden gülümsedi. (Böylesi bir gülümsemede peygamberî bir ihtişam bulurdu, hep.) Kadının bunu görmemesi mümkün değildi…  Birkaç adım sonra döndü ve adamın önünü kesti. Karşısına dikilip kısa bir süre öylece baktı. İlkinde anlam veremediği gizemin aksine, bu kez tedirgin bir yüzü okuyordu. Aynı ruh hâline kendisini de hapsetmekten korkup –bir an– “bir şeyler içelim mi, oturup, yani vaktin varsa eğer” deyiverdi. Damarlarında, tanımadığı kanırtıcı bir sıvının süratle gezindiğini hissediyordu ki, adamın aynı ürkmüş ifadeyle başını “evet” anlamınd

Antigone ve Sipylos Dağı

Antigone … Kendisi konuşsun; – Ben dünyaya, kin değil, sevgi paylaşmaya geldim. * – Bana bakın, yurttaşlarım! Bakın, bugün son yolculuğumu yapıyorum! Güneşin parlak ışıklarını son defa görüyorum! Artık bundan sonra hiç görmiyeceğim. Evinde ebedî uykulara daldığımız   Hades * beni diri diri   Akheron ** kıyılarına sürüklüyor. Dünya evine girmedim, benim için gelin türküleri söylenmedi:   Akheron'la evleniyorum . * – Dostlarım, gözyaşından mahrum ve günahsız olarak korkunç kayalar arasındaki dar mezara nasıl gittiğime siz şahidolun! Ah, zavallı ben, ne insanların yanında kalıyorum, ne de ruhların... Ne dirilerle yoldaşım, ne de ölülerle... * – Ey   Thebai *** yurdunun bana vatan olan şehri! Ey atalarımın tanrıları! Bakın, beni nasıl sürükleyip götürüyorlar! Siz, ey şehrimizin büyükleri, hükümdarlarınızın son evlâdına, bana bakın!.. Mukaddes olan şeyi mukaddes tuttuğum için neler çektiğimi ve kimden çektiğimi görün! ( Antigone'yi götürürler .)

Joseph Kessel'in "Gündüz Safası" Romanından Birtakım Alıntılar -Yorumsuz!

“Anlamadıkları devasız bir illete yakalanmış zavall ı  iki hayvan gibi bak ı şt ı lar bir an. ”   (s.94) “ Parlayıp sönen bir alevdir şehvet, daha nadir ve daha sağlam bir nimet paylaş ı yoruz biz  diye düş ü n ü yordu her ikisi de. ” “ Séverine ,  Pierre 'i avuçlarında tuttuğunu bildiği halde kendisine ait bir ruha biraz daha n ü fuz edememekten doğan h ü z ü nl ü bir şaşk ı nl ı k i ç indeydi. Her nedense a çı lam ı yordu bu ruh kendisine; nas ı l ki, kendi teni de Pierre'e a çı lam ı yordu. Bu bozgunun ağ ı rl ı ğ ı ile y ü kl ü yd ü dald ı klar ı sessizlik. ” “Adın ne senin? – Gündüz Safası . –Eeee, sonra? –O kadar işte. Kayıtsız ve alaylı bir tarzda dudak büktü. –Polise mensup sanıyorsan beni, dedi. –Ya sen, senin adın? diye sordu  Séverine , senli benli olmaktan ilk defa şehevi bir haz duyarak. –Sakladığ ı m yok benim.  Marcel  derler bana,  melek  diye çağ ı rd ı klar ı  da olur. ”  (s.73)   “Giyimin

TEK BAŞYAPIT: La maman et la putain / Anne ve Fahişe (1973)

Jean Eustache  (30 Kasım 1938 - 3 Kasım 1981) "Bir erkek bir kadını sevdi ğ ini tam anlad ı ğ ı anda, kad ı n onu sevmedi ğ ini anl ı yor."

"Beşyüz Günlük Fakirlik" - Gabriel Garcia Marquez

Ağustos 1966 başlarında eşim Mercedes’le birlikte Yüz Yıllık Yalnızlık’ın özgün elyazmalarını Buenos Aires’e göndermek için Mexico City’deki San Angel postanesine gittik. Paket 590 sayfa barındırıyordu ve üzerinde Editorial Sudamericana’nın edebiyat yöneticisi Francisco (Paco) Porrúa’nın adresi yer alıyordu. Postane görevlisi paketi tartının üzerine koydu, kafasında aritmetik hesabını tamamlayıp şöyle dedi: “Borcunuz 82 pesos.” Mercedes kâğıt paralarını saydı, cüzdanındaki bozuklukları çıkarttı ve beni durumun gerçeğiyle yüzleştirdi: “Bizde sadece 53 pesos var.” Bir yılı aşan fakirlik dönemimizde böylesi engellere öylesine alışmıştık ki, çözüm için pek de kafa yormadık. Paketi açtık, içindekileri iki eşit parçaya böldük ve bir parçayı Buenos Aires’e gönderdik, bunları yaparken geriye kalanı yollamak için gereken parayı nasıl bulacağımızı bile sormamıştık kendimize. Cuma günüydü, saat akşam altıyı gösteriyordu ve postane pazartesiye kadar açılmayacağına göre, düşünmek için önü