İhsan Oktay Anar’ın –yalnızca–
ilk beş kitabını okudum. Suskunlar sonrasındaki beş yıllık
suskunluğunu eşsiz üslubunu daha farklı bir cihette sürdüreceği yönündeki –belki
de gereksiz– umudum, ve dahi bir türlü yeni
yayımlanmış kitap okumak türünden oburca alışkanlıklar edinemediğimden olsa
gerek, diğer iki romanını (Yedinci Gün ve Galîz Kahraman) okumak
gelmedi içimden… ya da biraz erteledim diyelim –her şeyden biraz. Ayrıca kitapların çıkacağının duyurusu yapıdığında
ortalığın zelzeleye verilişi, (‘velvele’ değil, hayır), benim gibi ömrünü
hakettiği alakayı gör(e)memiş yazarlara vakfetmek gibi bir misyon –bu da biraz lüzumsuz, farkındayım– yüklenmiş okurlar için ziyadesiyle irite
edici bir süreçti. Yoo dostum yo, böylesine lektüel kisvesi giymiş bir
lümpenler yığınının oluşturduğu kalabalık, kargaşa ve de aman Allahım, kuyrukların [Murakami kuyruğundaki Japon
değilim, hiç olmadım] ortasında sevgi sözcükleri çıkamazdı ağzımdan… Hülâsa,
sevginin ifade bulamadığı yerde susmalıdır. Ben ve Milât da tam olarak böyle
yaptık.
Peki şimdi neden konuşuyorum? Çok gereksiz bir
soru oldu, aptal köşeyazarları ancak böyle sorular sorar ve kendi kendine
açıklama kusar, geçelim.
Azıcık da olsa Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri’nden bahsetmek, daha doğrusu edebiyatımızın
bu tuhaf göktaşına dikkat çekmek
istiyorum. (Sözcüklerin altını çizince kendimi YeniŞafak’ın yazarlar editörü
gibi hissettim! Off, korkunç.) Ama öncesinde enteresan bir kategorizasyona girişeceğim, açılın. Üç’e ayrılacağız: Büyük, İyi ve Sevdiğim.
İlk beş kitabından hareketle en BÜYÜK Anar romanının Âmat
olduğu inancındayım. Bu kitabı bugünün Türkiyesinde –ki, evvel ahir okuma
özürlü bir toplumuz, enteresan Kemalistlerimizden sevgili Ahmet Cemal de bu düşüncesini kırk yıldır tekrarlar durur, canım
benim, sen yat ben çevirem…– hakkıyla anlayabilecek kişi sayısının, Tutunamayanlar’ın
yayımlandığı yıl/yıllarda kitapla ilgili doğru bir hüküm veren/verebilen kişioğlu sayısından bile az olduğu inancındayım.
Aklıma ilk gelen isim ise Murat Belge…
Biliyorsunuz kendisi fena hâlde alkolik, rakı şişesinde balık olmuşlardan.
Değil mi ki ilhâmını kutsal kitaplardaki anlatılardan alan bir ‘gemi romanını’
anlatamasın. Olacak şey mi? Hayâl meyâl kitapla ilgili tafsilattan uzak, sanki
ileri bir tarihte daha uzun bir yazı için söz veren bir yazısını okuduğumu
hatırlıyorum. Ama dediğim gibi, bu yazı Âmat’ın hakkını vermiş bir yazı
değildi. Verenler var mıdır, bilmiyorum. (İşbu yazıcığın altındaki yorumlar
bölümüne düşeceğiniz güzel linklere ne zaman hâyır dedim ki?)
Gelelim en İYİ
Anar romanına… Cevap veriyorum: Suskunlar. Bunun gerekçesini
anlatmaya gerek duymuyorum. İyi diyorsam iyidir.
Peki en SEVDİĞİM
romanı hangisi? İşte geldik yazının bam telini teyellemeye… Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri en sevdiğim İhsan Oktay Anar romanıdır –rahatla
Türkiye… Ama gelin görün ki bu kitabı bir ‘roman’ olarak kabul etmiyorum
ben. Kitabı okurken Anar'ın neden bu eşsiz öykülerin arasına bir ‘ölüm meleği’ ve de bir ‘fani’yi, onun serüvenini sıkıştırdığını (9.
öykü?), neden böylesi zorlama bir ‘süslemeye’ ihtiyaç duyduğunu pek
anlayamamıştım. “İsminin yanında ‘romancı’ dışında bir ‘sıfat’ istemiyor
mudur nedir” gibi saçma sapan şeyler geçmişti aklımdan. Ne sebeple böyle
bir şeye ihtiyaç duydu bilmiyorum ama bu kitap benim için her şeyden önce kült bir öykü kitabıdır! (Çok severim
şu kült kelimesini. Kült. Ne güzel ya…
kült kült kült.) Kitabı bir göktaşı olarak kabul edişimin sebebi
de bu. Anar, sarhoş ve şaşkın bir leylek tarafından oldukça gecikmeli bir
şekilde yaşadığımız çağa –acı ama üstüne üstlük Yozgat’a– usulca bırakılmış
bir ‘hikâye anlatıcısı’dır. Kitabı raftan indirme ihtiyacı hissetmeden
hatırlayanlar çıkacaktır; iyi bir yazarla karşılaşınca ‘Bir Hac Ziyareti’ öyküsündeki çocuk gibi ulumak istiyorum. (Zeki Demirkubuz’un ‘Yeraltı’ filmine sırf bu
sebepten bile olsa derin bir hayranlık besliyorum, büyütüyorum.)
Bu yazıyı çizıktırmama
sebep olan şey eski bir not defterimin arasında (aslında yok öyle bir defter, bir
anlığına da olsa gizemli bir mal gibi gözükmek istediğimden öyle diyorum) gördüğüm
okuma notlarımın birinde kitapta geçen mahalle ve öykü isimlerini karşılıklı
olarak not etmiş ve bu konuyu kendi kendimin yüksek dikkatlerine sunmuş olmam.
İstedim ki bloğuma da koyiyim rahvan gitsin. Hadi bakalım… Enteresan bulacak
olanlar olabilir, bana öyle gelmişti.
Kitaptaki mahalleler:
1- Selam mah.
2- Aden mah.
3- Meva mah.
4- Elhalid mah.
5- Makame mah.
6- Naim mah.
7- Heyevan mah.
8- Firdevs mah.
Öyküler ise, malûmunuz, şu başlıkları taşıyorlar:
1- Güneşli Günler
2- Bidaz'ın Laneti
3- Bir Hac Ziyareti
4- Dünya Tarihi
5- Ezine Canavarı
6- Hırsızın Aşkı
7- Şarap ve Ekmek
8- Gökten Gelen Çocuk
Şimdilik bu kadar… Kitapla ilgili yapılacak bir
incelemede bu mahalle ve öykü adlarının karşılıklı olarak düşünülmesi gerektiği
inancındayım. Düşünme niyetinde olmayanlar bi’ daha düşünsün derim ve kimse
düşünmezse ben düşünürüm, deyip, çekilirim, izzet ü ikbâl ile bâbı Nâmı Kemal
olmaktan.
Yorumlar
Yorum Gönder