Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bibliyofil Konuşmaları #23: Sevin Okyay

  İzlanda Milli takımı ile yaptığımız bir maçı izlerken spikerin İzlandalı oyuncularla ilgili söylediği şey aklımın bir köşesinde yer etmiş: İzlanda’da herkes birden fazla mesleği icra ediyormuş. Örneğin kaleci, aynı zamanda reklam filmleri çeken biriymiş falan…   Kişisel hikâyemde beni en çok rahatsız eden şeylerden biri tek yönlü insanlarla çevrili oluşumdu diyebilirim. Okulda, askerlikte, iş hayatımda… İnternetin olanakları olmasa kendimi bir hilkat garibesi hissetmem muhtemeldi. Çevreme bakıyordum, aslında iyi bir mühendis, ama o kadar diyordum. Başkaca hiçbir özelliği yok. Edebiyat öğretmeni olacak bir başkası, ama zaten birkaç yıl sonra çoğunu unutacağı müfredatın ötesinde nitelikli hiçbir şeyden haberdar değil diyordum. İlahiyat okuyor, ama en kadim felsefi tartışmalardan bile bihaber, aynı ölçüde kendinden emin!.. (Üniversitedeyken bir arkadaşımın Orhan Pamuk’un adını ‘hiç duymamış’ olması karşısında dehşete düşmüştüm. Henüz bir eserini okumamış olmasını anlayabilirdim ama hiç

Bibliyofil Konuşmaları #22: Tanıl Bora

  Tanıl Bora bir futbol maçına ilk defa 10 yaşındayken gitmiş. Ben de o yaşlarda olmalıydım; mahalleden birkaç arkadaşla, asla o kadar uzaklaşmamız gereken bir yere, şehir stadına gitmiştik. Yolu bilen hangimizdi, neden o gün bu maceraya kalkıştık, eve nasıl döndük anımsayamıyorum. (Dönebildik mi sahiden?) Bugünden bakınca, aklıma Peter Weir’in “Picnic at Hanging Rock” (1975) filmi geliyor. Tanrı’nın kuzuları, bir gün, piknik yapacakları yaşta bir başlarına maça gitmişler…   Elazığ - Batman Petrol Spor maçıydı. Stada girdiğimizde öğrendik bunu. Küçük cüsselerimiz, maça biletiyle giren biri ile turnikeden geçmemize müsaade ediyordu. Çocuklarını evde bırakan adamlar, başka çocukların maçı izlemesine olanak tanıyordu.   O gün ilk kez bir mabette olduğum hissine kapılmıştım. Oysa camilere çok daha erken yaşlardan aşinaydım. Teslimiyet ve sessizlik, yerini hırs ve curcunaya bırakmıştı. Doğrusu, keyfimiz yerindeydi.   Gittiğim bu ilk maça dair en çok da şu üç şey kalmış bende: Heybetli bir

Bibliyofil Konuşmaları #21: Gökhan Yavuz Demir

Yürümenin ilmini yapmış Walser ile ortaklığımı geliştirmek adına Bern’den Zürih’e 120 km. yürüyebilir miyim? Gezinti ’de şöyle diyordu: “…hiç kimsenin yakını ve hiçbir yerin yerlisi olmayan bir çocuğun aklına dünyanın sonuna varıncaya kadar durmadan yürümek geldi.” Ya da aklımda Rimbaud’nun son günleri, Harer’den Aden Körfezi kıyısına dek uzanan çölde yaptığı 300 km.’lik büyük yürüyüşü yapabilir miyim? Peki bunun için hangi mevsimi seçmeliyim? Kötü Kan ’da bir ipucu vermişti: “Gidemiyorum. Çirkefimi, aklım erdiğinden beri acılı köklerini böğrüme süren, –gökyüzüne yükselen, beni döven, yere çalan, sürükleyen çirkefi yüklenip şu yolları tepelim.”  İçsesim: hangi atalarımdan kaldı bu atalet bana? Odamda seyahat nereye kadar?..   İstemenin de mümkün ve güzel olduğu şu dünya hayatında her şeyden önce bir bibliyofil olarak tanıdım Gökhan Yavuz Demir ’ i. Güncelin öne çıkan kitaplarını edinip paylaşan, eleştirel bir gözle üzerine bir şeyler söyleyip yazmayı ihmal etmeyen bibliyofilleri her z