Ana içeriğe atla

Bir Serencam: Bibliyofil Konuşmaları (2019–2022)

Bibliyofil Konuşmaları (2019-2022)

 

Selçuk Altun için yazdığım ‘ön-yazı’nın altında 3 Ağustos ’19 tarihi var. 40. ‘konuşma’yı yaptığım Orhan Koçak’ta ise 25 Ağustos ’22. Üç haftalık bir sapmayı göz ardı edersek, tam 3 yıl sürmüş. Konuşmalar’ın ortalaması ay bazında bir’in altında. Fena değil.


Üniversitede okurken bir dergi çıkarmak istemiştim. Başarabilseydim, iki ayda bir çıkacaktı. Çıkarmayı arzu ettiğim derginin kalibresine uygun yeterli sayıda insanı dâhil edemeyeceğimi bildiğimden, Pessoa gibi, farklı türlerde yazacak kadın-erkek 6 müstear isim belirlemiştim bile! Ama, işte, ‘yazı’ konusunun bir dergiyi vâr etmekte belki de en tali şey olduğunu kısa süre sonra anladım. Tek başıma olduğum için ‘diğer’ işlerin altında ezildim ve bana güvenip gelen birkaç çeviriyi, kritiği sahiplerine iade etmek zorunda kaldım. Zaten hedefim, 4. Sayıya ulaşabilmekti. Çünkü Paul Nizan’ın Fesat’ında okumuştum: “Dergiler her zaman batarlar. Deneyin dolaysız bir verisidir bu.” Ayrıca, aynı sayfada, “aranızda dergi için sonsuza dek çalışacağımıza inanacak kadar ahlaksız biri var mı acaba?” diye de soruluyordu.


Bibliyofil Konuşmaları’nı bitirebilmiş, 40 gibi bir sayıya ulaşabilmiş olmakla o toy ama candan günlerime bir teselli verebildiğime inanıyorum. Bana öyle geliyor ki dünya, bir anılar bahçesidir. Gençliğimde imkân bulamadığım 4 kollu bir ağaca karşılık, 40 budaklı bir fidan bahşetti bana hayat. Memnunum.


*


Blogum MERKEZGAR’da yayımlanan Bibliyofil Konuşmaları’nda şu isimler cevaplarıyla yer aldı (1’den 40’a doğru):

Selçuk Altun,

Oğuz Demiralp,

Mehmet Çelik,

Kerem Orçun Üçer,

Efe Murad,

Güven Turan,

Haluk Oral,

Erol Üyepazarcı,

Murat Erşen,

Sinan Ulakcı,

Murat Menteş,

Yalın Alpay,

Barış Yarsel,

Cihan Aktaş,

Beşir Ayvazoğlu,

Hasan Bülent Kahraman,

Turgut Çeviker,

Murat Gülsoy,

Metin Celal,

Meltem Gürle,

Gökhan Yavuz Demir,

Tanıl Bora,

Sevin Okyay,

Yalçın Armağan,

Dursun Çiçek,

Laurent Mignon,

Murat Belge,

Ali Yaycıoğlu,

Mehmet Fatih Uslu,

Ferit Burak Aydar,

Cengiz Özdemir,

Volkan Hacıoğlu,

Şavkar Altınel,

Hasan Aksakal,

Tuncay Birkan,

Özgür Taburoğlu,

Hande Öğüt,

Lemi Özgen,

Ahmet Güntan,

Orhan Koçak.


Konuşmalardaki kadın sayısının yalnızca 4 oluşu, yani %10’da kalarak TBMM’deki kadın temsilinin bile altında olması benim ayıbımdır. Bu sayının daha fazla olması için çok çabaladım ama, Carson McCullers’tan mülhem, “bir seven vardır, bir de sevilen” ya da bir isteyen vardır bir de reddeden! Hatta bazen, cevap bile vermeyen… Bu son söylediğim ‘kadınlara mahsus’ değil elbette. Erkeklerin bu konuda daha mahir olduğunu söylememe gerek var mı emin değilim. Bu süreç bana, nezaketle yanıtlanmış bir ret yazısının bile ne denli saygıdeğer olduğunu öğretti, ayrıca. Klişe tabirle, ‘toplumun her kesimi’nden entelektüele, kitapçoksever’e ulaşmaya çalıştım. Eğer bir ‘cenah’ın diğerine göre eksik olduğunu düşünüyorsanız ve eğer bu bir kusur ise sizin için, sorunu bende aramamanızı salık veririm. Konuşmalar’da genç isimler de olsun istedim. Belki bu da oran olarak yeterli değildir ama 40 başlık içinde 30’lu yaşlarında olan da var 80’li yaşlarında olan da. Yalnızca şimdi’nin değil, yarın’ın saygın edebiyatçılarına, tarihçilerine, eleştirmenlerine dair bu günden bir şeyler söyleyebilmişsem ne mutlu bana.


*


Gelen cevapları, 10 rijit soruya ek olarak yazılmış tanıtıcı/özgün bir ‘ön-yazı’ ve fotoğrafla sunup bloğumda paylaştım. Fotoğraf konusunda yeterince özgünleşemedim maalesef. Yine de bazı isimler lütfettiler ve tekrar etmeme mahal vermeden ‘kitap’lı ya da uygun olduğunu düşündükleri fotoğraflarından birini bana yolladılar. Bu olanaktan yoksun kaldığım Konuşmalar’da Google’ın ‘görseller’ sekmesindeki seçeneklere sığındım. (Fotoğraf konusunda beni en mutlu eden ismin Güven Turan olduğunu söylemezsem olmaz. Yalnızca onunla yaptığımız Konuşma bir değil iki fotoğraflıdır. İki fotoğraf da o kadar güzel, neşe ve tıka basa kitap doluydu ki yalnızca birini seçerek kabalaşmak yerine, ‘tek fotoğraf’ kuralımdan memnuniyetle taviz verdim.)


Bibliyofil Konuşmaları’ndaki soruları cevaplamasını rica ettiğim isimlere, bu işi yapmaktaki amacımı şu sözlerle ilettim: “Amacım, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Türkiye kültür hayatı içindeki (ya da içinde yer almış) bazı isimlerin kitapları ile nasıl bir bağ kurduklarını göstermek diyebilirim. İcadından bu yana formunu koruyan bir nesne olarak "kitap" dijitalleşirken, bu değişimin şafağında anlamlı bir iş olacağını düşündüm.” Evet, yola çıkarken bu düşüncedeyim. Ne ölçüde anlamlı bir iş olduğuna ‘edebiyat tarihçisi’ karar verecek!


Cevaplar için herhangi bir karakter kısıtım olmadı. Mümkün olan en kısa sürede, olabildiğince uzun cevaplar almaktan hoşlandığımı belirttim sadece! O yüzden kimi cevaplar uzun, kimi kısa.


*


Bitirirken, beni kırmayıp Bibliyofil Konuşmalarına katılan 40 isme de şükranlarımı sunmak isterim. Her biriyle artık bir anım var. Bu duygu bana, dünyada vâr olduğumu hissettirecek kadar keyif veriyor... Özellikle bir isim var ki ona özel olarak teşekkür etmem gerekiyor: Selçuk Altun. Konuşmalar’daki sorulardan birini bizzat o yazdı! Daha doğrusu benim yeterince dikkat etmediğim bir konuyu, ‘değiştirdiği’ soru ile tamamladı. (Hangisi olduğunu elbette söylemeyeceğim; ‘merak’, harlandıkça keyif veren bir duygudur.) İlk konuşmayı onunla yapmak istedim, çünkü ‘en zoru’ oydu, bunu biliyordum. Eğer ondan bu cevapları alabilirsem ilerleyebileceğimi, diğer isimler için de cesaret bulabileceğimi biliyordum. Kendisi hakkında yazdığım yazı sonrası “Güzel olmuş; umarım uğurlu olur” dedi. Öyle de oldu; sözcükler birikti, su gibi aktı zaman. İyi ki var… Selçuk Altun: Kitap sevgisinde çıtayı öyle yükseltti ki, boylu güvey de gelse Ares’ten boş!


*


Bu işin bir de okurları var elbette. Zaten Konuşmalar, benim gibi bu soruların cevabını merak edenler için yapıldı. Bibliyofil Konuşmaları’nın nicel anlamda az olsalar da niteliği yüksek, rafine okurlarca takip edildiğini biliyorum. Eksik olmasınlar. Süreç içerisinde arayan, soran, yazan herkese çok teşekkür ederim. Ayrıca; ekşisözlük’te “bibliyofil konuşmaları” başlığını açan “bunlarin hepsini okudun mu” nickli dosta, başlığa katkı sunan “ludmilla” ve “unwahrheit” nickli dostlara da bin teşekkür.


Ve tabii ki en büyük ve kalbe en yakın teşekkür, bütün önyazılarımı okuyan, eleştirileriyle beni yönlendiren, pimpirikli yapımdan dolayı çokça kahrımı çeken sevgili eşim Leyla’ya.


M. Milât Özçelik / 29 Ağustos ‘22

 


Yorumlar

  1. Twitter'da gördüm blogunuzu, kitapçokseverler için gerçekten bir hazine, çok sevindim. Umarım bu güzel emeğinizi kitaplaştırırsınız. Teşekkür ederim tüm okurlar adına.

    YanıtlaSil
  2. Min Dît,
    Bir müddet buralarda kaybolacağım müsaadenizle.
    N.



    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka