Ana içeriğe atla

NEDEN HÂLÂ ŞİİR YAZMAKTA/OKUMAKTA ISRAR EDİYORUZ?

 

[ Mehmet Davut Özdal’ın Dabbest Şiir Etkinliği İçin Verdiğim Video-cevap ]
 
Babam, bir gün, lise zamanlarımdı sanırım, elime tutuşturduğu din odaklı kitaplardan birini değil de bir edebiyat kitabı (roman mı, yoksa 'yine' şiir mi hatırlamıyorum) okuduğumu görünce küçümseyerek gülüp, "boş işler oğlum bunlar" deyip uzaklaşmıştı. Bir şey dememiştim, diyememiştim. Her zaman okuyan bir evlat olmamı istemişti ama kastettiği bu değildi, yoldan sapmıştım, hatta, belki de, sapıtmıştım. (Zamanla 'hiç sevmediği' kimi yerli yazarları, sitayişle okuduğumu görünce saldırganlaştığı da olmuştu. Çetin Altan'ın Viski'sini okurken sinirle mi yoksa acıyarak mı emin olamadığım bir yüzle bana baktığını bugün hatırlarım.)
 
"Boş işler oğlum bunlar". Bu sözü hiç unutmadım. Bana pek öyle gelmiyordu o zamanlar, eğleniyordum çünkü, ama anlamlı bir karşı fikir de koyamıyordum ortaya. Gün geldi, Dorian Gray'in Portresi'ni okudum. Hemen her edebiyatseverin bileceği üzere, muhteşem bir Oscar Wilde önsözü (ya da başı beladan kurtulmadığı için savunma metni diyelim,) ile açılır kitap. Bilmeden; haritasız-pusulasız, rehbersiz-arkadaşsız (biraz da yalnızlıktan) girdiğim yolun, -bana çoğunlukla saf karanlık olarak gözüken- gecelerinde, bir dolunay işlevi görmüştü o sözler.
 
Bütün sanatlar, diyordu Wilde, bütünüyle faydasızdır. Elhak, babam haklıydı. Şiir gibi roman da, resim de müzik de, hepsi faydasız, yararsız işlerdi. Özü itibariyle, boştu. Yine de devam ettim okumaya, bir süre sonra da yazmaya. Wilde'ın önsözünden sonra bunu bilerek, eski deyişle 'belleyerek', bir fayda ummadan okudum.
 
Bu boşluğu ya da beyhudelik fikrini öyle sevip benimsedim ki, zamanla, hayatımın G noktasına edebiyatı, özelde şiiri koymak, bana makul bir tercih olarak gözüktü.
 
Ben, boşluğu solumak için şiir okuyorum. Arada bir şiir de yazıyorum. Boşluğu büyütmek için yazıyorum. Çünkü, kim ne derse desin, boşluk, beyhudelik güzeldir, anlamlıdır. 
 
M. Milât Özçelik
14 Eylül 2024

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir...

"Blasted" / Sarah Kane (1995, İlk Oyun)

 BLASTED- HAVAYA UÇURULDU Sahne 1 Leeds’de çok pahalı bir otel odası. Dünyanın herhangi bir  yerinde olabilecek kadar pahalı olanlardan biri. Büyük çift kişilik bir yatak Bir minibar ve buzlar içinde bekleyen şampanya Bir telefon İri bir çiçek demeti İki kapı. Biri  koridora, öbürü yatak odasına açılıyor. İki kişi girer . Ian  ve   Cate . Ian  45 yaşında, Gal doğumlu ancak hayatının büyük bir kısımını Leeds’de geçirmiş olduğu için aksanı kapmış biri. Cat e  21 yaşında, Güney Londra aksanlı orta sınıf bir güneyli. Gergin olduğunda tekliyor. Girerler Cate   kapıda durur odanın şıklığı karşısında şaşırmıştır. Ian  içeri girer.  Bir gazete yığınını fırlatır yatağın üzerine. Doğruca minibara gidip kendisine büyük bir bardak cin koyar. Kısa bir süre  caddeden dışarı bakar. Sonra odaya doğru döner. Ian   Bundan daha iyi yerlerde de işedim. Büyük bir yudum cin alır. K...

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı. ...