Behlül Dündar’a Son dönem Osmanlı aydınları ile başlayıp Cumhuriyet kadroları ile birlikte bir devlet politikasına dönüşen halk bilimi/folklor araştırmalarının en önemli kazanımlarından biri olan Karacaoğlan’a dair ilk yayının 1922’de Ali Rıza Yalman (sonra ‘Yalgın’) tarafından, Konya’da çıkan ‘Babalık’ gazetesinde yapıldığını biliyoruz. Yine, önemli ilk kitap yayını Konya’da öğretmen iken Sadettin Nüzhet (Ergun) tarafından, 1927’de yapılır. 50’li yıllara kadar İshak Refet’in (1933), Zihni Ardıç’ın (1936) ve Cahit Öztelli’nin (1952) Karacaoğlan’a dair yayınlarının öne çıktığını görüyoruz. Takip eden yıllardan günümüze değin Saim Sakaoğlu, M. Sabri Koz, Yaşar Kemal, Cevdet Kudret, Pertev Naili Boratav, Mustafa Necati Karaer, Müjgân Cunbur, Öner Yağcı, İlhan Başgöz, İsmail Görkem ve Erhan Çapraz gibi isimler yayımladıkları eserlerle Karacaoğlan külliyatı için önemli katkılar sundular. Karacaoğlan deyince, 17. yüzyılın başlarından bugüne 400 yıllık bir efsaneden söz ediyoruz aslında.
Paul Celan’ın (1920-1970) “Baltalarla Oynayıp” başlıklı şiirinde geçen, “ağzı sıkı bir ihtişam başında / ayağındaysa sözlerin sefaleti” dizelerini şöyle karşılamıştı Bachmann, “Kırıntılar Tepesi”nde: “Sessiz ol! Koru sefaletini, / gözyaşıyla donakalmış o sözleri / Kırıntılar tepesinin altında / her daim oluk oluk toplanan.” (Cem Yavuz’un “Kırıntılar Tepesi” olarak küçük bir bölümünü çevirdiği bu şiiri Ahmet Cemal “Cam Kırıkları Tepesi” olarak çevirmişti. En azından bu bölümüyle bile bambaşka iki şiir gibi duruyorlar!) Bana kalırsa Bachmann’ın bu dizesi Celan’ın 50 yıllık –ne uzun ne kısa sayılabilecek– ömrünün bir çeşit özeti gibidir: Sessiz ol! Koru sefaletini... Çünkü bir soykırım bakiyesi olarak (çalışma kampında on sekiz ay boyunca Prut nehrinden taş ve moloz çekmekte kullanılan) Celan, –diğer kurbanlar gibi– hiç iyileşmeyecek yaralar almıştı ve toplum kadar yeni iktidar elitlerinin de gerçek anlamda değiştiğine inanmıyordu. Martin Heidegger’in (1889-1976) Varlık ve Z