Ana içeriğe atla

Hasan Turgut ve Milât Özçelik: Celan ve Heidegger Üzerine Bir Tedirgin Sohbet


1) Siyasi ihtilaf, etnik farklılık ve Holokost’a rağmen Celan-Heidegger diyaloğu nasıl mümkün oldu? Bu iki tarihsel figür arasında “tedirgin sohbet” ne zaman başladı ve ilerleyen yıllarda nasıl sürdü? 
Bana kalırsa bu diyalog, karşı konulması güç bir dil, şiir ve sanat ya da daha genel anlamda aşkınlık sevgisiyle mümkün oldu. Örneğin Celan, altını çizerek söylüyorum, bir Yahudi düşünür olan Adorno ile 1959'da İsviçre Alplerinde gerçekleşecek, önceden planlanmış bir görüşmeye bile-isteye gitmez. Tabiri caizse Adorno'yu eker... 
Celan-Adorno görüşmesinde, görünürde "sağlıklı" bir diyalog için gerekli olan her şey yerli yerindedir: benzer bir siyasi duruş, etnik aidiyet ve Holokost acısı ya da öfkesi... 
Buna rağmen, bu görüşmeye 'ihtiyaç' duymaz Celan. Şiir onun için, Meridyen adlı çok çok önemli konuşmasında da dile getirdiği üzere "şişedeki mesaj"dır. Öteki ile diyalogun zeminini hazırlayan, mümkün kılan bir şeydir...
İlginçtir, sonrasında, Adorno ile bu 'görüşmeme'den hareketle, tek kurgusal metni olan Dağlarda Sohbet'i yazar Celan. Bir 'büyük yahudi' ile 'küçük yahudi'nin diyaloğunu, Sanço Panza-Don Kişot ilişkisini hatırlatan ironisiyle işler. Öyküde de adını geçirdiği, çok önemsediği Georg Büchner'in Lenz öyküsüne de göndermede bulunarak, sarp yollardan, dağlardan geçerek sürdürür diyaloğu. Belki de hakiki bir diyaloğun koşulları için Lenz gibi kafa üstü yürümek gerekir, belki de bunun dışında bir seçenek yoktur... Celan bunu bilir.
Celan'ın dünyadaki mukimliğinde, Adorno ile kurulacak bir diyalogu tâli kılan sebepler, Heidegger gibi biri sözkonusu olduğunda hayatîdir denebilir. Heidegger, bir yerde, şişedeki mesajın muhatabıdır. Öyle ki Celan, ne kısa ne uzun sayılabilecek 50 yıllık ömrünün son 20 yılını, bu büyük düşünürün dasein/özgevarlık düşüncesine doğru, giderek artan bir yoğunlukla hasretmiştir bile denebilir. Celan'ın şiiri bu diyalogun etkileriyle doludur.
Ve yine bu diyalog, başlarda tek taraflı sürse de zamanla ikili arasında mektuplaşmaya, kitap/düşünce alışverişine ve nihayet James K. Lyon'un tabiriyle 25 Temmuz 1967'de, Heidegger'in dünkhette ya da kulübesinin de olduğu Kara Orman'daki 3 saati yayılmış Tedirgin Sohbet'e gelip dayanır.
Celan'ın talebi apaçıktır: Düşünürden, kalbi bulacak bir söz, kamusal bir özür bekler. Konuşmamızın da özünü oluşturması hasebiyle, müsaadenizle dinleyicilerimiz için bu görüşmenin kaydı niteliğindeki meşhur Todtnauberg şiirini okumak istiyorum. 
 
TODTNAUBERG
 
Mastı çiçeği, Gözotu,
başı yıldız taçlı kuyudan
bir yudum,
 
o
kulübede,
deftere
–kimin adı düşüldü ki
benimkinden önce? –,
bugün, bu deftere
yazılmış bir satır,
bir umuda,
bir düşünürün
kalbi
bulacak
sözüne dair,
 
orman içre ölü torfları, engebeli
orkideyle orkide, bir başlarına,
 
kabasaba şeyler sonra, seyrederken yolda,
alenen,
 
bizi götüren, o adam,
işitiyor o da,
 
yarım yamalak kat-
edilmiş sapa yollar
yüksek turba bataklığında,
 
yoğun,
rutubet.


Celan bu şiirde yalnızca bir umudu dile getirmez. Mastı çiçeğini, orkide ya da diğer çiçekleri, torfları, engebeli yolları, yıldız taçlı kuyuyu ve onları kulübeye götüren şoförü de buna, bir yerde soykırıma da şahit kılar. Düşünürden beklediği o kalbi bulacak söz gibi, diğer her şeyden de buna şahitlik etmelerini ister aslında. Hatta şiirin ilk versiyonunda bu özür talebi, 'gecikmeden' zarfıyla ifade edilir. Celan için bu durum acildir. Çünkü şair, Heidegger özelinde Alman toplumunu samimiyetsiz bulur, ihtimaller karşısında tedirgindir.
 

2) Heidegger, Celan’ın şiirine hangi açılardan nüfuz etmişe benziyor? Bu iki ismin birbirlerine olan alakası onlarda nasıl açıklıklar yarattı?
Doğrusu, Heidegger'den ziyade Celan'ın Heidegger düşüncesine bir nüfuzundan bahsetmek daha yerinde olur. Celan, örneğin Varlık ve Zaman'ı okumaya başladığında (ki bunun 1952-53 gibi bir tarih olduğunu yazıyor James K. Lyon Tedirgin Sohbet'te), Heidegger, düşünen dünyada anlamlı bir karşılık bulmuştu zaten. İkili arasındaki yaş farkının 30'un üzerinde olduğunu ise ayrıca belirtmek lazım. Yine de 1959'da yayımlanan Dilkafes'i kendisine ulaştıran yayıncıya "bunlar çok önemli şiirler" diye bir cevap yazıyor Heidegger. Sanırım Celan'ın şiiriyle felsefeciler üzerinde ne türden açıklıklar yarattığını anlamak için Heidegger'den ziyade, Celan şiirinden hareketle müstakil kitaplar yazmış olan Blanchot, Derrida ya da Gadamer gibi 20. yüzyılda doğmuş filozofların eserlerine bakmak daha doğru olur diye düşünüyorum.
 
 
🎼  Şarkı arası  🎼
 Bu konuşmaya ya da diyaloğumuza diyelim, bir de şarkı seçmem gerektiğini söylediğinde, zihnimde beliren ilk şey Rachmaninoff'un All Night Vigil eser serisinin en meşhur bölümü Nunc Dimittis oldu. Eser, Luka İncili'nin İkinci Kitap, 25 ila 32. ayetlerini (2:25-32) işler. 
Vaktiyle Kudüs'te yaşayan Şimon adlı dindar bir Yahudi, başka uygarlıkların mezalimi altında ezilen Yahudi toplumunun teselli bulacağı günü, yani Mesih'in gelişini görmek arzusundadır. Anlatıya göre 'ruhun yönlendirmesiyle' bebek İsa'nın olduğu yere gider ve o'nu kucağına alıp överek şöyle der: 
"ey rabbim, vermiş olduğun sözü tuttun;
kulun olan ben artık huzur içinde ölebilirim.
çünkü senin sağladığın ve tüm halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu, ulusları aydınlatıp senin halkına
yücelik kazandıracak ışığı gözlerimle gördüm."
 
Unutulmamalıdır ki Celan, Yahudi bir şairdi. Etnik kimliği, şiirinin de en önemli parçasıydı. 1969 Ekim ayında İsrail'e, Kudüs'e davet edilir şair. Onu doğduğu yerdeki çocukluk arkadaşları karşılar. (O gün Romanya, bugün Ukrayna sınırları içindeki Çernivtsi'den bahsediyorum.) 6 ay sonra ise intihar ederek ayrılır dünyamızdan. Bu şarkıyı seçerken Şimon ile Celan arasındaki kader birliğine dikkat çekmek istedim. Çok değil, 30 yıl öncesinde gaz odalarında, çalışma kamplarında yok edilen insanların yakınları ya da kurtulabilenlerin, kaçabilenlerin kurdukları ülkede teselli bulmuş bir halkı görmüştür Celan.
 Ek bir bilgi daha: bu eser, büyük Rus yönetmen Nikita Mikhalkov'un Oblomov uyarlamasının final sahnesinde de çalar. Küçük bir çocuk, geniş kırlar içinden nehre doğru "anne, anne, anne" diyerek koşar. Eminim Celan okurları ne demek istediğimi çok iyi anlamıştır.
 Ve son olarak, buna hakkım varsa eğer, aynı teselliyi bugünkü Filistin halkı için de diliyor, bu eserin onlara şifa sunmasını niyaz ediyorum. Dün olduğu gibi bugün de: tarih kötüdür.
 
Şarkı Linki:
https://music.youtube.com/watch?v=XrXnVXxmb1Q&si=47A-lNMFaljevoNG
 
 
3) Heidegger’in Hölderlin, Rilke, Trakl gibi şairlerle de temas kurduğunu biliyoruz. Heidegger felsefesinin inşasında şiirin nasıl bir rolü var? 
Özellikle Hölderlin şiirinin Heidegger düşüncesinde temel teşkil edecek düzeyde bir etkiye sahip olduğunu söylebiliriz ama düşünürün daha çok 1930'lardan itibaren şairle ilgilenmeye başladığını ve bu ilginin ömür boyu sürdüğünü biliyoruz. Savaş sonrasında kamusal alandan dışlanan Nazi düşüncesi Heidegger'i de kulübesine çekilme zorunluluğunu doğurdu. Bu noktadan sonra Heidegger felsefesinin poetik bir hal aldığını söylemek yanlış olmaz. 
Hölderlin’in şiiri, tıpkı hayatındaki gibi trajik bir boyut taşır. Celan’da da öyle. Rilke ya da Trakl da dahil, bütün bu şairlerin kesişim noktasının bu trajik boyut olduğunu göz önünde bulundurmak lazım. 
Ben aslında bu soruyu, Heidegger'in elinden çıkma bir şiir kitabı olan Düşünme Deneyiminden ile açmak, genişletmek istiyorum. İlk baskısı 1947 yılında yayımlanan kitaba bir dörtlük daha ekleyerek 1954'te tekrar yayımlıyor Heidegger. 2014 yılında Mustafa Tüzel çevirisiyle NOD Yayınları'ndan çıkan kitabın, "Yüksek çamların altından geçerken..." diyerek açıldığını görüyoruz. Yürüdükçe açılan, açıldıkça dile gelen düşüceler, Heidegger'in Celan ile kurduğu ilişkideki acı veren sükut halini kırıyor gibidir. Üstelik 20 yıl önce... 
Şöyle diyor düşünür, bu kez bir şair olarak:
 
Yol ve terazi
Köprü ve Söz
buluşurlar bir Geçitte.
 
Yürü ve tart
Hatanı ve Sorularını
Patika boyunca.
 
Başka bir yerde ise şöyle:
 
Acı, hiç beklemediğimiz yerde sunar
şifalı gücünü.
 
Celan'ın Kara Orman'a gidişini düşünelim. Bir şifa bulma arayışı değilse nedir o ziyaret? Şimdi tekrar şiire dönelim:
 
Düşünmede her şey yalnız ve yavaştır.
Sabırla yükselir yüce gönüllülük.
Büyük düşünen, büyük yanılır.
 
Evet, böyle diyor Heidegger. Bir itiraf aslında bu: Büyük düşünen, büyük yanılır. Belki de Celan, asla veremeyeceğini, cesaret bile edemeyeceği şeyi istedi büyük düşünürden. Bunun böyle olacağını bile bile… Yine şiire dönüyorum:
 
Düşünmenin sözü ancak
Söylenmeden kalması gerekeni söylemek için
aciz kaldığında, huzura kavuşur olagelen özünde.
 
Nihayet Hölderlin'i de kapsayan son bölüme vardık:
 
Şarkı söylemek ve düşünmek komşu dallarıdır
Şiir yazmanın.
 
Varlığa doğru göverirler ve uzanırlar onun
Hakikatine.
 
Onların ilişkisi, düşündürüyor, Hölderlin'in
ormanın ağaçları hakkında söylediği şarkıyı:
 
“Ve birbirlerine yabancı kalırlar
dik durdukları sürece, komşu gövdeler.”
 
İşte böyle. Dîvan şairimiz Nâ'ilî'nin deyişiyle söylersek, "Eş'ârı böyle söyler üstâd söyleyince". Bu bahiste son sözüm de şu olsun: Celan ve Heidegger, birbirlerine yabancı kalmış komşu gövdelerdir! Dik durdukları için.
 
 
4) Celan’a ilişkin poetik literatürün Türkçeleşmesinde kendisi de bir Celanist olan Cem Yavuz’un önemli rolü var. Cem Yavuz’un şiirindeki Celan etkisinden ve Türkçedeki Celan külliyatından söz edebilir misiniz? 
Evet, Cem Yavuz sahiden de Celanist, hatta Türk şiirindeki tek Celanist şair. Ama, çevirisini yaptığı Tedirgin Sohbet (Everest Yay.) ve Karşılaşmalar'ın (Doğu Batı Yay.) yanısıra, çevrildiği halde telif sorunundan kaynaklı kimi şiirleri içermese de Celan şiirlerinden büyükçe bir toplamı, çok özel, binbir emekle hazırlandığı belli açıklamalarla birlikte yayımlanan Sesler İşitin Bizi De (Everest Yay.) ile birlikte yeni Celanist şairlere zemin hazırladığı da bir başka gerçek. 
Bence böyle bir toplam varken geçmişi deşmeye gerek yok. Şimdi ve burada olmak lazım. En azından ben, buradan okuyorum diyeyim. Sözlerimi, konuşmamızın çok daha güzel ama Celan gibi şifrelerle dolu bir özeti de sayılabilecek bir Cem Yavuz şiiri ile bitirmek isterim. Ocak 2023'te yayımlanan Solukdönüm kitabından: 
 
aletheia
 
bádem gözleri var ölümün
mızrağı bakışlarımdan ayrılmayan asla
ile daima arasında
uçup o kül ağacından gece bir nehre
süzülebilirim yaprağın unutgun diliyle
bahşedilmiş varlığın yaban tebessümü
ilişebilir dudaklarıma her harfin köpüğüyle
beyaz korbeyaz çıvgınbeyaz
bir dost kurarım ben bile
dost
şu kendini bizimle
incir çekirdeğinde duyan
yok başkası diye lif lif
letheyle bir daha yıkanan
nasıl paylaşırsın oysa kiminle
gündüzün kabuğunda boğulduğun
bu yazuk anlatıyı hayat olan
ışığın okları dinince belki
en saklı gözede gözettiğin insan dirilince
ateş için düşleri kalbe
uçağan bir tay resmi çizince
dost
orda belirecek dilevinde taşın
ánı rikkatle sona dokuyan örümcek
ağında dört ejderha yedi gök dokuz felek
say beni de bádem gözlerin şahidi
yala dönmüş sularda bir
hakikatle akış başlayabilir şimdi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so