Ana içeriğe atla

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)


Ölü Su

İçsin mi kansıcağı ikindilerde
İki ucu denizsiz çay suyundan
Dört boynuzlu yörük öküzü
Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan
duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa
sıvanın altında kim var
Susuz aç
kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden
as kendini çakıroğlan
bir türküde oturacaksın yapayalnız
sabah çayları bir türküde üzüm
Kısır tarlada gereksiz bir kaya
ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu
(yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası
kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı)
Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda
Suçluyum sayın yargıç
bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime
Ya siz sayın Yargıç?


Yusuf Atılgan
[Yazı Dergisi, Sayı 1, 1978.]

*

Ayrılık

Doğu yeli esiyor karşıdan
kirpiklerim tozlu
Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan
Sensiz

Bir serin denizde misin kumda mısın
Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu
Bensiz

Çorak tarlada geçkin bir at çakalı
Bir telli kavak bir zeytin bir kuş
Sensiz

Evde misin masal söyleyenin var mı
Açık mı kapılar yataklar boş mu
Bensiz


Yusuf Atılgan
[Milliyet Sanat Dergisi, sayı 1, Şubat 1980.]


Evet, hepsi bu kadar... Kurgusal metinlerinde –hatta çevirilerinde– gösterdiği ‘kalem tembelliğini’ şiir konusunda da sürdürmüş Yusuf Atılgan. Oysa ne muhteşem şiirler, değil mi?.. Çok’luğa bu kadar ehemmiyet verişimin nedeni, iki ustamdan biri olarak kabul ettiğim Yusuf Atılgan'ın bir ömür okusam da bitiremeyeceğim hacimde bir külliyatının var olmayışına duyduğum üzüntüden ileri geliyor.

Ayrıca, ilgilisi şuraya bir baksın: 

Yukarıdaki fotoğrafla ilgili… bilemiyorum, bu yazıyı okuyanlarınız içinde Özdemir İnce’nin “Bu Ne Biçim Memleket” kitabını (Telos, 1996) okuyan var mıdır? İnce, kitaptaki yazıların birinde Manisa ziyaretinden, Atılgan ile olan dostluğundan ve  Atılgan'ın taksici bir arkadaşından bahseder: Entelektüel Salih. (Kitabı aradım ama bulamadım şimdi, işim düştü diye bir yerlere gizlenmiş olmalı. Bunu şunun için söylüyorum: taksicinin isminden tam emin olmak istedim. Salih'ti diye kalmış aklımda ama bu küçük uyarı dursun şimdilik burada... Bilahare düzeltirim yanlış yapmışsam.) Çok kitap okuyan, sıkı bir edebiyatsevermiş Entelektüel Salih. Öyle ki, Özdemir İnce’ye, James Joyce’un Ulysses’inin çevrilmesini ne kadar büyük bir iştahla beklediğinden filan ve daha bis'sürü şeyden bahsetmiş. Biliyorsunuz, Atılgan '89 yılında vefat etti. Yusuf Atılgan’ı bir de ondan dinlemek isterdim...
Şimdi sorular: Entelektüel Salih kaç yılına kadar yaşadı? Hâlâ yaşıyor mu? 1996'da Nevzat Erkmen'in çevirdiği Ulysses'e yetişebildi mi? Okudu mu? Ne düşündü? Ve evet, bu fotoğrafı o mu çekti?




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b