Ana içeriğe atla

Paul Verlaine: "Ey ölmek istememek, ey ölememek biraz!"





* "İşte yapayalnızım ürkek ve yapayalnız,/ Umutsuz, garip bir öksüz misali ablasız,/ Daha çok üşüyorum ak saçlı bir adamdan."

* "Bırak biraz dinlensin bu alevli arzular./ En doyumsuz anında bile sevdanın, ey yar/ Kadın bizi ablaca terkedebilmelidir."

* "Yaşantımın sıcak, tatlı kadını/ -Meleğim!- Orospum! Canım!"

* "Bu nefret dolu kalbimde/ Bir nedensiz yasdır ağlar/ İhanet mi desem? değil/ İçimde bir kuruntu var.// Kuruntulardır en çetin/ Acıları ömrümüzün,/ Sevdadan ve kinden yoksun/ Kalbimde dağlarca hüzün!"

* "Yosunlar iplik iplik suları örüyordu"

* "Ya eski çılgınlıklar yine yola düşseydi?/ Ya bu dünler yeseydi o güzel yarınları?"

* "Bunca çektiklerim niçin?/ Zamansız mı doğuverdim?/ Kardeşler büyüktür derdim: / Dua edin Gaspard için."

* "Ey ölmek istememek, ey ölememek biraz!"

* "Kara düşleri değil: / İnce belleri düşünün,/ Kara düşleri değil: / Güzelleri düşünün!"

* ''Tarih senle dikecek ölümün heykelini/ Uzanan yücesine saf aşırılıkların/ Arzunun başı üstünde beyaz ayakların'' (Arthur Rimbaud'ya başlıklı şiirinin sonu.)





Arthur Rimbaud'dan Paul Verlaine'e Mektup...

(Türkçesi : Tahsin SARAÇ )




Londra, Cuma öğleden sonra
4 Temmuz 1873

Dön, dön artık, biricik dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiçbir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terk etmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık? Ne yapacaksın şimdi? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?
Evet, haksız olan benim.

Beni unutmayacaksın, değil mi?
Hayır, unutamazsın sen beni.



Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.

Dostunu yanıtsız bırakma: birlikte yaşayamayacak mıyız artık?

Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.

Daha uzun süre kalamayacağım burada.

Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.

Yanına geleyim mi? Hemen bildir bana.

Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.


_Rimbaud_

Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch’e bıraktım.

Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.


//..








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka