Ana içeriğe atla

Kaf ve Rengi: Bisikletli Şairin İlk Atılımı


İlk şiir kitapları nefistir.
Tutkulu bir okur orada, şairin yaşam çizgisinde şiiri itibariyle göstereceği terakkiye şahitlik etmenin, bunun olası sonuçlarını düşünmenin hazzını yaşar –müşfik ebeveynler gibidir o an. Tabii, her ilk kitap ‘ilk’ oluşunun verdiği o güzelim hamlığın yanında iyidir –ya da Ece'ce söylersek– sıkıdır denemez elbette.
Ahmet Murat’ın Kaf ve Rengi kitabı (Yedi İklim, 1999) sıkı bir ilk şiir kitabı ve tüm Ahmet Murat kitapları gibi incecik bir kitap; yalnızca 36 sayfa. 18 şiirin olduğu bu kitapta –başkaları ne der bilmem ama– belirgin bir Turgut Uyar etkisi de gördüm ben... Not almaya diğer bulduğum bazı güzellikleri aşağıya aldım. (Bu bir eleştiri yazısı değil, alıntılar için gereğinden fazla uzamış bir giriş notu.) TELAŞ” şiirini ise çok çok sevdiğim için tümüyle aldım.
İyi okumalar...



“bir dua vardı yerdeydi onu ördük döktük yukarı
gözlerimizde uyanıklığın ulu balıkları”

“ağrıyan bir dişin kıskançlığı temmuzunki de,
bir akşamında kaybedilmiş gibi onun anne.”

“arapça çok öpülen ceylanların sanki”

“yalnızlık, yalnızlık: bir kemer, bir dolu sadak gerginliğiyle”

“yabancı bir böcek görüp de bir çocuk
bir dalgaya binerek çekilirken içine.”

“geçtik, geçelim; kendine tüneller açarak ilerliyor ölmek”

“köpüren bir çelenk olacak göğsümdeki ur
çarpa çarpa düştükçe ben aşağıya.”

“kurcalarken o melek ölümün tüfengini.”

“kimsem yok diyor herkes sevdiğine
gezgin bir kuluncu gösteriyor, yok kimsem.”

“boğaları, aygırları uyutmayan erkeklik
suyun katılıyor kaldırma hırsına.”

“marulları, kedileri, şapkaları; göğün her şeyi var
uçakları, kar dolu çekmecesi”


TELAŞ

onarılmaz bir dökülüşü var çocuk nehirlerinin
yanan sandallar taşıyan kış gecelerinden yapma;
küflü başlıklarla girilir ya çehreme
onarılmaz bir ürperişi, iççekişi.

göğün sedef ağzı yontan eli bu mevsim
masalı önünde unutulan uçurum heykeli miyim.
uzun zaman kendisi sandığı bir taşa oturup kalan
anlatanı çıkmayan bir varmış hep yokmuş kim.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka