Heidegger’in Hölderlin’den
alıntılayarak kullandığı, “İnsan, bu dünyada şairane mukimdir” sözünü okuduğum
gün şiiri bırakma konusunda aradığım dayanağı buldum. (Çünkü, bir gün bana
-gerçek- bir şiirin ithaf edileceği yönündeki inancımı artık kaybetmiştim. Şiir
ile kurduğum aşkın bağı ‘şairler loncası’ ile kuramadım…) Sonrasında ise
Bachmann’ın şu sözleri çalındı kulağıma: “Şiir yazmak zorunluluğunu duymama
karşın, istersem şiir yazmayı ‘başarabileceğim’ kuşkusuna kapılınca, şiir
yazmayı bıraktım. Ve yeniden şiir yazmak zorunda olduğumu duyumsayıncaya kadar,
yazacaklarımın, son yazdıklarımdan bu yana edinilen deneyimleri kapsayacak
ölçüde yeni şiirler olacağına inanıncaya kadar şiir kaleme almayacağım.”
Mehmet Çelik, nam-ı diğer “Bizans
Beyi” ya da tozlu raflardaki ‘ödüllü’ ismiyle Sumer Omay ile Mürekkepbalığı
Dergisi ve sosyal medya sayesinde tanışmıştık. İlk ve tek buluşmamızı ise 2015’te
Taksim meydanında gerçekleştirdik. Bir cumartesi günüydü ve Aslıhan Pasaj’daki
Gezegen Sahaf’ın mezatından yaklaşık 50 kitaplık bir yükle çıkmıştım. Şansımı
deneyip haber verince “5 dakikaya oradayım” dedi. İşten eve döneceği sıra
yakalamıştım galiba. Meydan tarafından İstiklal’e doğru yürüdük. Yemek yemek için bir Karadeniz lokantasına götürdü beni. Onun
‘hamsi tava’ gibi bir şey yediğini hatırlıyorum ama kendimin ne yediğini
kesinlikle hatırlamıyorum. Yemekten sonra incecik, beyaz kapaklı bir kitap
çıkardı çantasından ve dolma kalemiyle şöyle yazdı:
“Milat kardeşime
Edebiyatın akşam sularına
balıklama bir dalış adına”
Mehmet Bizans / 08.02.2015
Sonra biraz daha lafladık
ve ayrılmadan önceki son yürüyüşümüzü yaptık. Meydan tarafındaki Migros’tan
kendi akşam suları için bir güzel bir şarap alacağını söyledi. Markette bir
Bizans Beyinin arkasından yürürken çocuksu şortu ve Afrika işi küpeleriyle
alışveriş yapan Mabel Matiz’i gördüm. Şarkılarını beğendiğim için adamcağıza
bakıp gülümsedim. Biraz rahatsız olduğunu hatırlıyorum. Ziyanı yok, bu Bizans
bizim!
Güneşin batışıyla sonlanan
bu küçük anımın yanında kalem, yazı, fotoğraf ve saatlere olan özel ilgisi ve bizi
de arkadaş kılan edebiyat-şiir sevgisiyle çok yönlü bir entelektüel olarak hep
kalbimde taşıdım Mehmet abiyi. Askere gidiyorum diye vedalaştıklarım içinde o
da vardı. Bana askerlik için verdiği öğüdü o gün bu gündür bütün hayatıma
tatbik ediyorum, aramakla bulunmayacak türden bir teselli: ne zaman, demişti,
kendini sıkışmış, çaresiz, darda hissedersen “mizaha sığın” kardeşim. İşte,
müşfik öğüdüne sığındığım bu adam için askerde olduğum günlerde bir şiir yazdım.
Hem; yalan değil gerçektir, siz de görüm tozunu.
M. Milât Özçelik / 1 Eylül '19
Göz ve Kal
Sumer Omay için
Sırlanmış kâğıtlarda buldum anlamın renklerini
Ve soldan yürüyen şu kolonyal trafikte
Dilimdeki yarayla dokundum mürekkebin siyahına
Aynı adlı hayatların üzgün bir tilkisi vardı
Onunla birbirimize bakmadan yalnızlığı düşündük
Yalnızlık –yalnızlık bile bir hayaldi bizim için
Oysa zarifti ayrılık planlarım Sadık Hidayet kadar
Hakkım kovulmakmış bu evden –anladım
Herkese ve her şeye kırgınım
Bir derviş edasıyla söküyorum akrebini saatimin
Gençliğin hissesi: Napolyonikler kalpsizdir onlara
inanma
Uğruna zar attığım imtihanımı tamamladım mı yoksa
Merhametin izini süren bir kordonun deviniminde
Her şey Balthazar'ı hatırlatıyor: yorgun ve yaralı
Kalemimle ben usta işi bir fotoğrafa saklandık
Yenilgilerle dolu hayatımda sonsuzluğu aradım
Görmeyi bilenler ürpertiyle tanıyacaktır bu gizi
Sırrımdır: gözlüğüm Bizans'tan kalmaydı benim
14 Temmuz 2014 / Erdek
1.
Harçlığınızla aldığınız
ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Hangisi ilk doğrusu hatırlamıyorum. Milliyet’in mavi
kapaklı kitaplarından biri olan Lokomotifçi
Lukas mı (Michael Ende) yoksa bir Kemalettin Tuğcu kitabı mıydı? Belki de
bir Abdullah Ziya Kozanoğlu kitabıydı. Çizgi romanlara da çok düşkündüm. Bu
yüzden hem anne baba hem de sınıf öğretmenim tarafından şiddetle
cezalandırıldım, çizgi romanlarım da sobada yakıldı. Lakin bu durum beni yıldırmadı
elbette çizgi roman sevgim hiç azalmadı. Nedense yaşıtlarımın pek yüz vermediği
Alaska’ya bayılırdım. Ken Parker çocukluğumun kahramanlarından biridir. (Gerçi
bu durum hiç değişmedi.)
2.
Kitaplarınızın
oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz?
Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Bu konuda yüksek standartlarım yok. Bir duvarı
boydan boya ilgi çekici kitaplarla dolu bir oda benim için zengin bir kütüphane
demektir. Belirli alanlarda (sanat tarihi, yazı kültürü veya fotoğraf) merakla
toplanmış kitapların yoğunluğu beni etkiler. Bu tür bir odayı içinde binlerce
kitabın olduğu bir binadan daha çok severim.
3.
Ülkemizdeki
insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre
dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme
Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi,
Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım.
Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Yayınevine göre kitap dizmek bence yanlış. Kim
yapıyorsa hata ediyor. Yine de mesela çağdaş klasikler dendiğinde Jaguar Kitap,
YKY, Metis gibi yayınevlerinin kitaplarının yan yana gelmesi doğaldır. Bence en
iyi yöntem konuya göre düzenlemektir. Benim ayrımım şöyle: Ansiklopediler ve
sözlüklerin bulunduğu başvuru kaynakları, sonra tarih, Bizans tarihi, sanat
tarihi, genel edebiyat, şiir, mekanik saatler ve zaman felsefesi, bilimkurgu,
fotoğraf, yazı kültürü…
4.
Artık
‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen
‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki
bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve
başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Genellikle eksik dergileri, özel sayıları ararım ama
aradıklarım yerine aramadığım ve daha heyecan verici birçok şey bulup döndüğüm
olur. Çoğunlukla sahafları gezerim, nadiren mezatlara katılırım. Acil ihtiyacım
varsa ilgili internet sitesinden aldığım da olur.
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki
en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok
özledikleriniz hangileri?
Şule Gürbüz’ün her kitabından bir değil birkaç tane
alır ve coşkuyla okurum. Kimini hediye eder kimine dolmakalemle notlar alırım,
imzalı olanları ayrı bir rafta kutsal kitaplar gibi tutarım. Platonov’un
yazdığı ve Günay Çetao Kızılırmak’ın çevirdiği başyapıtlar da yine onlara yakın
bir yerde durur. Kiminin çevirisi sorunlu da olsa Iris Murdoch romanlarının özel
bir yeri vardır. Ulysses çevirilerinin
ikisi de çok önemli elbette, ilk göz ağrım Nevzat Erkmen çevirisi bir devrim
niteliğinde ancak Armağan Ekici çevirisini aşırı beğeniyorum. Sevdiğim kimi
kitapları okudukça hayrete düşer bitirdikçe başa dönerim, benim için okuma
süreci hiç bitmeyecek, ömrüm oldukça bitirip başa dönmeye devam edeceğim. Armağan Ekici gibi, Sinan Ceylan gibi değerli çevirmen
arkadaşlarım olduğu için çok seviniyorum. Editörlere de dikkat ederim, Özge
Dinç’in editörlüğünü üstlendiği kitapları gözüm kapalı alırım. Jaguar Kitap’ın
çıkardığı her kitap mükemmel oluyor ve kütüphanemde hemen kendine güzel bir yer
buluyor. Dost Kitabevi Yayınları’nın Babil
Kitaplığı serisi de görmekten ve dokunmaktan bile zevk aldığım eserlerden
mürekkeptir. Fotoğraf kitaplarını ve Geniş
Açı gibi fotoğraf kültürüyle ilgili dergileri okumaktan büyük zevk alırım. Bir
yerde dergici sayarım kendimi, mesela bir zamanlar Mars Group’un çıkardığı Biz dergisinin her sayısında ayrı bir
lezzet vardır, aynı şekilde Bir+Bir
veya Fol gibi güzel bir dergi görünce
heyecanlanırım. Kitap-lık dergisinin
ilk döneminden (büyük boy) halen eksiklerim var onları tamamlamaya çalışıyorum.
De Yayınevi’ni özlemeyen yoktur sanırım, özellikle
tasarım bütünlüğü açısından döneminin çok ilerisinde bir olgunlukta olduğunu
düşünüyorum. İyi Şeyler Yayıncılık da öyle. Müthiş kitaplar yayımladılar. Gece
Yayınları, Yeditepe, BFS ve Nisan Yayınları da efsane kitaplar bastılar. Keşke
bu yayınevleri bir vakfa dönüşebilselerdi, aynı ruhla çok güzel kitaplar
görmeye devam edebilirdik.
6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Kitapların bana seslenen yüzlerini seviyorum.
Başkalarıyla bir yazarı paylaşmayı pek istemem. Ortak kitaplar dünyaya
felaketten başka bir şey getirmedi. Zaten çoğunluğun zevki ayarsız zekâsı da
kıttır. Hatta sevmediğim biri çok sevdiğim bir yazar hakkında olumsuz konuşursa
bu işime gelir. Şule Gürbüz’ün öykülerini, Platonov’un romanlarını konuşabileceğim
bir avuç insan var, o da bana yetiyor.
7.
Alıp
da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne
söylemek istersiniz?
Her kitap okunmak zorunda değil. Sadece kütüphanemde
olmasından bile zevk aldığım eserler var. Bu konuda bir haritam yok, bir okuma planım
da yok. Canım neyi okumak istiyorsa ona yönelirim. Bazen son aldığım kitabı
önce okurum. Geçen Robinson Crusoe 389’dan aldığım bir kitap buldum, bir
kenarda kitabevinin meşhur sarı zarfının içinde duruyordu, kim bilir kaç yıl
önce almışım hatırlamıyorum ama İstiklal Caddesi üzerindeki eski yerlerinden
aldığımı hatırladım. Halen okumadım, belki o kitabın kaderi okunmamak olabilir.
8.
“Bunların hepsini okudun
mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Şimdilik
biriktiriyorum sonra okuyacağım, diyorum. (Yalan da değil.)
9.
Iskalandığını
düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Bilen biliyor zaten ama yine de adını duymayan varsa
M. Uğur Derman’ın makaleleri muhteşemdir. Ömrümün
Bereketi isimli kitaplarını (iki cilt) herkese öneririm.
10.
3
de film önerisi isteyerek bitirelim!
Baron Munchausen'in Maceraları (1988), Ruhların
Kaçışı (2001), Barakamon (2014, 12 bölümlük anime dizisi)
MEHMET ÇELİK
Yorumlar
Yorum Gönder