Kaç doğumlu olduğunu
bilmiyorum. İstanbullu. Edebiyat tahsili yok ama -kendi deyişiyle- liseden
sonra başladığı okur-yazarlık serüvenini çok okuyup, çok yazıp, çok az yayımlayarak
sürdürüyor. Deneme, inceleme ve eleştiri, başlıca sevdiği türler. Şimdiye dek
Şalom gazetesinde; Radikal Kitap ve Cumhuriyet Kitap eklerinde; Notos, Hürriyet
Gösteri, Arka Kapak, Mürekkepbalığı dergilerinde deneme ve incelemeleri
yayımlandı. ‘Ekürisi’ Ozan Kolbaş'la, Prof. Dr. Gönül Tekin için Yeditepe
Yayınevi'nden çıkan "Âb-ı Hayât'ı Aramak/Gönül Tekin'e Armağan"
kitabını hazırladılar. Son olarak da Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve
Medeniyetleri Bölümü ("Published at the Department of Near Eastern Languages
and Civilizations Harvard University") yayımı olan, Türkoloji sahasının
dünya çapında önemli dergisi "Journal of Turkish
Studies"/"Türklük Bilgisi Araştırmaları"nın 50. cildinin
editörlüğünü üstlendi. Bu cilt, duayen Doğan Hızlan için, "Festschrift in
Honor of Doğan Hızlan" (Doğan Hızlan Armağanı) adıyla yayımlandı.
Orçun Üçer’i ‘twitter’
sayesinde tanıdım. Saygın yazar, akademisyen ve kültür insanlarıyla (belki de
tamamıyla!) kurduğu yakın ilişkiyi şaşkınlık içinde, daha çok imrenerek
izlerdim. 2015 yılında bir Gezegen Sahaf mezatında nihayet tanıştık. Selam
vermek için mezatın bitmesini bekledim, en ön sıradan izliyordu. Bilen bilir,
bu sıra çoluk çocuğun rızkını kitap için yıkıntıya verenlere ayrılır. (Bir de
belediyeler için sinema kitapları hazırlayan, kombine bilet almış gibi her
mezata katılan ama doğru düzgün kitap aldığını görmediğim itici adam için…) Saçları,
sıkışık ve havasız mezat salonunda terli alnına dökülmüştü. “Ne yapacağımı
bilmiyorum Milât, sayısı 10bini geçti kitapların, bak saat 6yı geçiyor ama
buradan da başka bir mezata gideceğim şimdi” dedi. Ayaküstü, hepi topu iki çift
laftı ettiğimiz ve sosyal medya dışında bir yerde de denk düşmedik bir daha ama
o cumartesi akşamı gördüğüm muhteşem çaresizliğin yansıması olan “Ne yapacağımı
bilmiyorum artık” cümlesini hiç unutmadım. Bu cümle, bana kalırsa, bibliyofilin
sonsuz yolculuğunun da özetidir. İyi ki varsın dostum.
M. Milât Özçelik / 15
Eylül ‘19
Orçun Üçer dünyaya Gönül Tekin'in 'penceresinden' bakıyor.
|
1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Ne kitaplı eve doğdum ne de kitap okuyan çocuk oldum. Aldığım ilk
kitap, altıncı sınıftayken verilen dönem ödevimdi: Yaprak Dökümü. Hem
romanı hem de roman okumayı sevmiştim; ama kitaplarla haşır-neşir olmak için,
liseyi beklemem ‘gerekmişti’.
2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi
demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane
olmaya ‘terfi eder’?
Kitaplık ve kütüphane kelimeleri, çoğu insanın zihninde, hacim
ve mekân ayrımlarıyla beliriyor sanırım: Binlerce kitabı içeren ve kamuya açık
olan yerlere kütüphane; evimizin bir köşesinde veya ayrı bir odasında duranlara
da kitaplık diyoruz sanki.
Bence iki kelime eşanlamlı. Kitaplık, kütüphanenin birazcık
öztürkçeleşmiş hâli: “-hâne” yerine “-lık” eki getirilerek. Bununla birlikte;
kitaplığın, kütüphaneyi oluşturan malzeme olduğu da düşünülebilir: Raflardan
oluşan tekil yapılar, kütüphane denilen büyük mimarî yapı’ya giden taşlardır da
denilebilir. Öyle ya da böyle, kitaplık demeyi tercih ediyor; iki kelime
arasında ast-üst ilişkisi kurmuyorum.
3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre
dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum.
Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa
Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme
seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir
seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Yayınevlerine göre dizme, görsellikle ilgili olmalı. Birörnek
kitabı jilet gibi dizmek ve seyretmek güzeldir belki; ama bende yapaylık,
cansızlık duygusu uyandırır: Hayatiyeti olmayan bir yere döner o kitaplık.
Salonumdaki beşer raflık iki kitaplıktan başka ‘mülküm’ yok.
Kitaplara para harcamaktan, kitaplık yaptıracak sermayeyi doğrultamadım. Binlerce
kitabım, evin muhtelif köşelerinde ve odanın birinde –iğne atsan yere düşmez
hâlde- yığılı. Günün birinde kitaplık yaptırabilirsem, konularına göre dizerim.
Kitaplık işlevsel olmalı, görsel değil…
4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları
üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar
da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin.
En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Bir kitabı yana-yakıla ve uzun süre aradığımı hatırlamıyorum.
Tesadüflere inanır ve kendimi tesadüfün güzelliğine bırakırım. Buna bir örnek
vereyim: Birkaç yıl önce, sabah yürüyüşüne çıkmış, Bakırköy’ün sokaklarını
arşınlıyordum. Sokağın birinde, el arabasını önüne katmış, bezgin vaziyette yol
alan hurdacıyla karşılaştım. Yaklaştıkça, arabadaki üç-beş hırdavatın
arasındaki tek kitap gözüme ilişti. Aramızdaki mesafe hepten azaldığında, adını
okuyabildim: Cevdet Bey ve Oğulları. Sevdiğim romanın ilk baskısıydı bu;
Orhan Pamuk’un ödül almasına rağmen üç yıl sonra yayımlatabildiği ilk romanının,
Karacan Yayınları’ndan çıkan ilk baskısı. Bu nüshayı bulup almaktan çok,
karşılaşma biçimim hoşuma gitmişti. Orhan Pamuk’un çok sevdiği gizemli bir
olaydı. Öyle ki, onun romanından bir sahne bile olabilirdi.
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder
misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?
Seri denir mi bilmiyorum; ama İletişim, Metis, YKY gibi
yayınevlerinin edebiyat ve sanata dair yayımladıkları kuram, inceleme ve
eleştiri kitaplarının olduğu kitaplığımı (ki, tek kitaplığım da o iki parçadan
ibaret) çok seviyorum.
İkinci sorunuza, yayınevlerinden değil ama dergilerden bahsederek
cevap vereyim: Yaşım itibarıyla yayımlandıkları sırada göremediğim ama
sahaflardan buldukça toplayıp, çok önemli olduklarını her okuyuşta gördüğüm
dergileri, fırsattan istifade anmak isterim: Tercüme, Ufuklar (sonradan Yeni
Ufuklar), Yeni Dergi, Gergedan, Argos, Virgül, Metis Çeviri, Defter…
Belki unuttuklarım da vardır. Bu dergileri zaman zaman açar, büyük bir hazla
okurum. Yeniden, benzer nitelikte çıkmalarını isterdim.
6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Materyal olarak ortak kitap var diyemem; ama mecazî anlamda
cevaplarsam, bu ortak kitap, benim için mitostur. Mitos derken, belirli
bir hikâyeden değil; hangi mitolojik gelenek olursa olsun (buna, Roland
Barthes’ın tespit ettiği çağdaş söylenler de dahil), bilinçli veya bilinçdışı,
bize elveren arketipleri kastediyorum. Bu mitolojik eğilim yahut bilinç,
kültürel anlamda yakın olmadığım(ı sandığım) coğrafyaların edebî eserlerine
duyduğum muhabbeti –en azından bana- açıklıyor.
7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli
etmek için ne söylemek istersiniz?
Necatigil’e sığınarak: Bitmeyen işler yüzünden/(Ben böyle olsun istemezdim)/Bir
göz atmak bile yeterken gönlünüzü okşamaya/Ha bugün ha yarın dediklerim/Başka
bahara kaldı.
Ataol Behramoğlu’nun dizesi, teselli olur mu: Bir gün mutlaka…
(Buna karşılık, okumadığım kitapların da şair Dertli’den alıntıyla
beni azarlamaları kuvvetle muhtemeldir: “Bûseler ikrâr ider durmaz sözinden tez
döner/Mevlevîdir sevdiğim her dem külâh eyler bana”
8.
“Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla
karşılıyorsunuz?
Bu soru, benim de katıldığım (ayrıca onlarınki gibi güzel
yanıtlayamayacağım) bir güzel tespit ve iki güzel cevabı aklıma getirdi:
Doğan Hızlan: “Kitaplığınızdaki binlerce kitabı görüp de ‘Bu
kitapların hepsini okudunuz mu?’ diye soranlar, kitap okumayan kimselerdir.”
Umberto Eco: “Hayır, bunlar bu ay sonuna kadar okumam gerekenler.
Öbür kitaplarımı ofiste tutuyorum.”
Roberto Leydi: “Bunlar okuduklarımın küçük bir kısmı efendim.”
9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Fahri Celâl Göktulga, Selçuk Baran, Mahmut Yesari, Feyyaz Kayacan,
Reşat Enis Aygen, Cevat Fehmi Başkut, Ebüssüreyya Sami, Dinçer Sezgin, Refi’
Cevad Ulunay, Hasan İzzettin Dinamo, Mehmet Seyda, Peride Celâl, Samet Ağaoğlu,
Suut Kemal Yetkin, Vedat Günyol…
Bunlar, şöyle bir düşününce aklıma gelenler. Bu sorunuz önemli.
İsimler çoğaltılıp nedenler sıralanarak; bazı yazarlarımızın neden
ıskalandıkları ve neden önemli oldukları, geniş bir araştırmaya varacak
çalışmaya başlangıç olabilir.
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Film konusunda dünyanın en cahil insanı olabilirim. Bir tek, ara
sıra açıp tekrar tekrar seyrettiğim “Agatha Christie’s Poirot” adlı o uzun
seriyi önerebilirim. Polisiyenin kraliçesi Agatha Christie’nin kendisi kadar
meşhur dedektifi Hercule Poirot’yu, ünlü aktör David Suchet, bence mükemmel
canlandırmış.
KEREM ORÇUN ÜÇER
Yorumlar
Yorum Gönder