“İnsan hep bir başkasının
yerinde olmak istiyor, ne tuhaf.” 1992-2002 arasında yayımlanmış 68 sayılık
külliyatı ile matbuatımızın efsanelerinden biri olan Hayalet Gemi’deki
öykülerinin birine bu cümleyle başlıyordu Murat Gülsoy. Söz konusu Gülsoy
olunca nice okur-yazar insanın zihninden bu ‘tuhaf’ düşüncenin geçtiğine
eminim. Arkadaşlarıyla 20’li yaşlarının başında giriştiği ‘dergiciliğin’ ne
kadar meşakkatli bir iş olduğunu hayatının bir döneminde bu işlere yeltenmiş hemen
herkes bilir.
2000’li yılların başında
başladığı ‘yaratıcı yazarlık’ eğitimleri yıllarca tartışıldı, dergilerde dosya
konusu olarak işlendi. Bütün tartışmalarda, konuşmalarda gözler hep onun adını
arıyordu. İlk yıllarda gösterilen mukavemetin aksine bugün ülkemizde de yerleşmiş
bir olgu halini aldı yaratıcı yazarlık eğitimleri. Ben kendi yolumu, biraz da
şansla, kendim buldum ama bir vakit, arkadaşlarımdan birinin benden yaşça büyük
olduğu halde hâlâ ne okuması ve nereden başlaması gerektiği konusunda çelişki
içinde olduğunu görüp şaşırmıştım ve “dergi okumalısın” demiştim ona. Oysa şimdi
sorulsa o soru, öyle ya da böyle, ‘hür tefekkürün kalesi’ olduğu ölçüde her
daim toplumsal kamplaşmanın bir yansıması olagelmiş dergi mahfilleri yerine “pekâlâ
bir yaratıcı yazarlık eğitimine gidebilirsin” derdim. Yazarlık atölyeleri
sayesinde harika metinler yazan, kitabı çıkan insanlar da biliyorum. Yazarlık
okudukça öğrenilebilecek bir şey elbette. Yaratıcı okumalar ve eğitimler ise bunu
biraz daha hızlandırır.
*
Mühendis kökenli edebiyatçıları
hep sevmişimdir. Murat Gülsoy da onlardan biri. Üstelik mühendisliğin yanında psikoloji
eğitimi de almış. Nietzsche’nin -yine bir mühendis olan- Dostoyevski için “Kendisinden bir şeyler
öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski olmuştur.” sözünü anımsadım şimdi…
Profesörlüğe varmış bir akademik kariyerin yanında günümüz edebiyat ortamında
bilinen, saygın bir isim haline gelmek kolay iş değil. Üstelik 2004 Yılından
beri Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini ve 2014
yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma
Merkezi müdürlüğü görevlerini sürdürüyor.
Kim Murat
Gülsoy’un yerinde olmak istemez ki…
M. Milât Özçelik / 3 Ekim ‘20
1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor
musunuz?
Okuduğum ilk “resimsiz”
romanı hatırlıyorum. Büyükada iskelesinin girişindeki kitapçıdan annemle
birlikte almıştık, kitabı ben seçmiştim. İlkokul birinci sınıfı bitirmiştim ve
artık kendi başıma istediğim kitabı rahatça okuyordum. Bu da inanılmaz bir
özgürlük duygusu veriyordu bana. Kimsenin kılavuzluğuna ihtiyaç duymadan dünya
seyahatine çıkmak gibi bir duygu. Kitap da Mercan Adası’ydı, bir macera romanı.
Milliyet yayınlarının çocuk klasikleri serisinden çıkmış, sert kapaklı, bir
çocuğun eline rahatça oturan boyutları ve şömiz kapağı ile ilk “ciddi” kitabım
o olmuştu. Okurken o harika adanın güzelliklerinin resimli romanlardan daha
canlı bir şekilde zihnimde canlandığına hayret ettiğimi, dilin ve edebiyatın
gücünü ilk kez bu şekilde deneyimlediğimi çok berrak bir şekilde hatırlıyorum.
İleride yazarken de yazdıklarımın böyle pırıl pırıl canlanmasını istedim hep.
2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık
mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan
sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Başından beri benim için
adı hep kütüphane oldu. Gerçi başlangıçta çok az kitabım vardı. Yine de
kitaplık demeyi sevmezdim, kitapların geçici bir süre için durdukları yer
canlanırdı zihnimde. Oysa kütüphane kelimesi bir tapınağı çağrıştıran güce
sahipti. Zaman zaman üniversitenin kütüphanesine böyle bir duyguyla giderim.
Bir tür insanlığa ve uygarlığa duyulan inancı tazeleme ihtiyacı. Yalnız
değiliz, işte tüm bu kitaplar insanlar tarafından yazıldı, müthiş bir emek ve
inançla diye düşünürüm raflar arasında gezerken. Fakat bir yandan da çoğunun
ölmüş olduğunu hatırlar, oranın bir tür mezarlık olduğu aklıma gelir, o zaman
da henüz ölmemiş olduğum için mutlu olurum. Halen yaşanacak günlerim, yazacak
sayfalarım var diye tekrarlarım içimden.
3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını
yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges
Perec’in “Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı
yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es
geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak
hangi yolla dizerdiniz?
Evde, üniversitedeki
ofislerimde kitaplar dağınık bir şekilde duruyorlar. Zihnimde biriken hatıralar
gibi. Kimilerini yayınevine göre dizerim, kimilerini yazarlarına göre. Bazen
türler ön plana çıkar. Aslında her şeyi gerçek bir kütüphanede olduğu gibi bir
kodlama sistemi ile dizmek en güzeli ama bunu yapmaya hiçbir zaman enerjim
olmuyor.
4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında,
sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir
kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden
çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır
mısınız?
Bugüne kadar arayıp da
bulamadığım bir kitap olmadı. Olmuşsa da unutmuş olmalıyım. Unutmuş olduğuma
göre yeterince iz bırakmamış üzerimde.
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz
serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz
hangileri?
Sevdiğim yazarların tüm
kitaplarını alırım, onlardan oluşan köşeleri özellikle severim. Ama burada tüm
isimleri saymak istemem. Zaten çoğu herkesin bildiği ve sevdiği yazarlardan
oluşur. Kapanmış yayınevleri içinde Adam Yayınları ilk aklıma gelen. Çok özenli
baskılar yapardı Memet Fuat. O yayınevinin yok olması büyük bir kayıptır.
6.
Hermann Hesse Robert Walser’den
bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye
yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Elbette insanlar daha çok
okur, daha çok sanatla, felsefeyle, bilimle ilgilenirlerse dünya daha güzel bir
yer olur. Ancak bir ya da birkaç isme indirgemek zor. Herkesin okuyup aynı
şekilde etkileneceği bir yazar aklıma gelmiyor. Bence önemli olan, insanların
tutkuyla sevecekleri yazarlarını bulmaları. Nasıl ki insanın sevmekten asla vaz
geçmeyeceği dostları, yakınları vardır, onlar gibi yazarları, şairleri de
olmalı. İnsan onlarla daha güzel bir hayat kurabilir. Bu sayede dünya gerçekten
güzel bir yer olur.
7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de...
Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Henüz okuyamadığım
kitaplar bana hep önümde uzun yıllar varmış ve onları okuyabilecekmişim gibi
olumlu bir duygu verir. Kimisinin yakınımda olduğunu bilmek yetiyor. Bazıları
da suçluluk duymama neden oluyor. Kitaplarla kurduğum ilişki aslında hayatla
kurduğum ilişkiden çok da farklı değil, inişli çıkışlı.
8.
“Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi
cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Neyse ki böyle bir soru
soran kimse yok çevremde. Aslında sorunun tek bir cevabı vardır: Hayır elbette
okumadım. Sadece okumuş olduğum kitaplardan oluşan bir kütüphane kadar sıkıcı
bir şey düşünemiyorum.
9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar
kimlerdir?
En bilinenlerin en çok
ıskalandığını düşünüyorum. Nâzım Hikmet, Halit Ziya Uşaklıgil gibi büyük isimlerden
başlayarak edebiyatımızın kurucu figürlerini iyi okumak lazım. Ayrıca modernist
çizgide eser vermiş Sevim Burak, Hulki Aktunç, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu,
Bilge Karasu gibi isimlerin yeterince ayrıntılı okunup anlaşıldığını
sanmıyorum.
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Son izlediğim
filmleri önerebilirim. Charlie Kaufman’dan “I’m thinking of ending things”, Raoul
Peck’den “I am not your negro”, Barbet Schroeder’den "Amnesia".
MURAT GÜLSOY
Murat Gülsoy kitapları, blogu, video serisi ile iyi okurlar için iyi bir rehberdir. Yazar olmak istiyenler için ise rol modeldir. Murat Gülsoy gibi yazmak, öğrenilebilir bir süreçtir. Bu yola çıkanların yolu açık olsun. okuyan dolar ve birgün yazar. isterse. kalemimle düşünüyorum der bir düşünür. güzel bir blog. tebrikler. cahit.
YanıtlaSilTeşekkürler Cahit Bey. Selamlar
SilYine keyifle okudum.
YanıtlaSilSonraki kitap meraklısını merakla bekliyorum.
Teşekkürler Bizansbeyi! :)
Sil