Merhaba,
Bu blogda ilk kez kolektif bir
şeyler oluyor. Biraz heyecanlıyım.
Aşağıda sekiz şiir ve her şiire
eşlik eden birer tablo bulacaksınız. Şiirleri ben yazdım –Allah hepimizi
bağışlasın. Şiirler, her ne kadar resim tarihinin bu müstesna eserleri için
yazılmış gibi duruyor olsalar da en eskisi sekiz yıllık olan (Necatigil İçin) ve birtakım
mecmualarda kendine yer bulabilmiş küçük, bahtiyar bir yekûndur.
Her biri için arkadaşım Bahar
Malik’ten birer tablo seçmesini rica ettim. Sağolsun beni kırmadı ve “şiirleri
okuduktan sonra aklıma ilk gelen tabloyu yanına yazdım, yani biraz doğaçlama
oldu” dediği bir seçki hazırladı. Ama ne seçki!
Son zamanlarda iyice müptelası
olduğum güzelim bloğunu (http://guzelonlu.com/blog/)
işbu bloga göz atanlara önermeyi bir görev bilir (bunu nasıl da işin ehli ve
meftunu bir dimağdan talep ettiğimi anlayın diye söylüyorum), zaruri gördüğüm
birkaç izahata yüklenmek istiyorum...
Şimdi, Bahar hanımcım, sizinle
biraz yalnız konuşalım. Bilemiyorum hiç Tibor Dery okudunuz
mu? Ben pek severim bu Macar komünistini. Bilgi Yayınevi'nden tâ
70'lerde çıkmış Eğlentili Bir Gömme Töreni kitabındaki
üç öyküden biri olan “Portekizli
Kıral Kızı” isimli öyküsünü artık kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum
desem yeri... “Macar Ovasında
Bir Korsan” başlıklı şiir, bu küçük canavar, üç yılda ‘bitebildi’.
Beni motive eden asıl anlatı ne Dery’nin Dev’i ne Niki’si
ne de keder dolu hayat hikâyesiydi. Tamamen çok ama çok sevdiğim “Portekizli Kıral Kızı” isimli
öyküyü aklımda tutarak yazdım (zira yıllar oldu, hâlen zihnimin tahtına oturmuş
vaziyette, ah bir de bunun nedenini bilebilsem). Tuhaf olan şu: Dery’nin yine
çok sevdiğim Niki isimli romanının ana kahramanı bir köpektir.
Bu şiirin sizi nasıl da böyle bir tabloya sürüklediğini “biraz doğaçlama
oldu” cümlesiyle bile açıklayamıyorum. Kendime bir pâye biçmiyorum açıkçası,
doğaçlamanız buysa, çalışarak ortaya koyacağınız şeylerden Allah'a sığınırım!
Tabloyu görünce nasıl korktum anlatamamam…
[Tespit: hududu aşan mutluluk
korkutur.]
Bu bloğun okurları gevezeliğime
aşinadır. Çok uzatmak istemiyorum ama buna rağmen uzuyor da uzuyor her
şey. Necatigil İçin başlıklı
şiir için de bir şeyler söylemek istiyorum. Bu şiir benim için biraz önemli.
Yayımlanmış ilk şiirim olmasının ötesinde, özel birtakım anlamları da ihtiva
ediyor. Bu, daha başlığında kendini veriyor zaten: Behçet Necatigil benim
şiir okulumdur. Belki şiir yazıcılığı/şairlik değilse bile, iyi bir şiiri
tanımanın, onu hakkıyla okumanın, onu anlama ve anlamlandırma adına girişilen
her tür uğraşın eğitimini aldığım bir şairdir. Bu yüzden ilk şiirimin ömrümün
sonuna kadar bana yön gösterecek bu kutup şairinin adına, anısına çıkmış olması
beni ziyadesiyle mutlu etmiştir. Bahar Malik’in bu noktada şiir için seçtiği
tablo da beni çok şaşırttı, sarstı, hüzünlendirdi... Murat Belge’nin Edebiyat
Üstüne Yazılar kitanını okuyanlar bilir: Murat hoca kitabında çok
az şairden bahseder. (Hepi topu iki kişi diye hatırlıyorum: Can Yücel ve Behçet
Necatigil.) Şiiri hep sevdiğini ama bunu yazmak, kritik etmek yerine biraz
kendine saklamayı tercih ettiğini söyler. Necatigil ile ilgili yazısında,
şairin şiir serüvenini bir şehirden mahalleye, oradan eve, evden odasına,
odasından ise çalışma masasına bir yolculuk olarak tasvir edip sonunda bir
köşeye sıkışma hâlinden, kaçacak bir yer bulamama durumundan bahsediyordu... Bahar
hanımın seçtiği tabloya bak şimdi! Ben bu şiiri Murat Belge’nin Necatigil
ile ilgili yazısında söyledikleri üzerine, o püriten şaire selâm niyetine
yazmıştım biraz da, kekeleyerek...
Ve daha neler neler...
Teşekkürler Bahar Malik.
---
MACAR OVASINDA BİR KORSAN
Tibor Dery için
Sevilmek yarışındayız yumruklarımızla
kırılıp dağılmadık çok az şey kaldı
Ne kadar hızlı olursan ol yetişemeyeceksin
başlangıcı olmayan o en zor koşuya
Ama düştükçe kaldıracak seni müşfik bir el
toza toprağa bulanmış kollarından
Francisco Goya, “Köpek”.
|
*
FISILTILAR
“Ve yumuşak bir erdem giriyor
Tancrède’in kalbine
Söndürüyor her öfkeyi,
gözlerini yaşla dolduruyor.”
Pierre-Jean Jouve
evet
öncesi yoktu yalnızlığın
fikre düşmeden akıl
kalbe yetişmeden hafiflik
dudağa dokunmadan sır
yoktu da sonu yalnızlığın
oyun
şarkısız bir yılandı aşk
sağır yüreklerin eliydi
kör bastonların pusulası
ıssız rüyaların imgesiydi
sessiz bir yalandı aşk
ah
korkum çatsın şu yüzlere
boşluk kadar küçük kalsın
büyüdü sonsuz öfkem
barışık kamburlar ölsün
korkum benim ağır içimden
bu
soğuktu güneşin sunduğu hayat
kesik cümleler kadar uzak
sandıkta bilenmiş bir silâh gibi
bitkin bir tefekkür nöbetinde
yeterince berbat bitecek
hayat
J. M. W. Turner, “Kar Fırtınası”.
|
*
NECATİGİL İÇİN
Durup dururken geliveriyor aklıma,
maziden bir kırıklık.
En çok da kahkaha atarken ve tokken
ve temiz havada yürürken.
Alıyorum hınçla kâğıdı kalemi elime,
öfkemi boca edecekken
hâlâ temiz kalabilmiş sayfaya
Tutuyor elimden Necatigil usta:
dur, yapma.
Augustus Leopold Egg, “Şair olarak Otoportre”.
|
*
GİDEN
Teslim olmaktan başka
çaresi kalmamış teraslar
ve ışık istilasındaki yalnız balkonlar
Baştan başa, kurutulmaya bırakılmış
biberler ve kofiklerle boyalıydı
Kimi erken davranan çalışkan kadınlar
toplamaya başlamışken kurularını
Biri gecikmiş olmanın telaşıyla
Mozik ipine özenle geçirilmiş organik kolyelerini
Donatmakla meşguldü geniş terasına
Seçemiyordu bir türlü, acaba,
en çok nereler güneş yer
Bitirince işini, kilitledi arkasından
terasın küçük demir kapısını
Kaderine terk etti
küçük demir kapının ardındaki kolyelerini
ve karşı pencerede bir şairi
Aşağı inerken, evdeki işlerin
hangi birine yetişeyim ben, diye düşünecek
Şimdi arkasına bile bakmadan giderken
hakkında yazılmış bir şiir olduğunu
hiçbir zaman bilmeyecek
John French Sloan
|
*
TEMMUZ ÇOCUKLARI
-Lorca söyledi ben yazdım-
Düşlerim olmasaydı nasıl dokunurdum saçlarına
Sevilla’da bir gece dörtnala öpüşürken biz
Hatırla kanat takılı rüzgârların bize söylediğini
Akardı Guadalquivir şefkatli sesiyle ellerimizden
Şaha kalkmış bir kısrağın sağrısında bıraktım seni
Umut içirdiğimiz çiçeklerin kızıl suskunluğunda
Seninle ben layık olduğumuz ülkedeyiz şimdi
Unutma sakın Elvira kemerinde aşktan ağlayışımızı
İçine doğduğumuz şarkıların sesinde an
Dilinde taşıdığın renklerde harla dur şehvetimi
Eski bir kaktüs masalında erit o ince hatıraları
Eğer unutursam bir daha asla bağışlama beni
Beyaz duvarlarında Viznar’ın kurumuş sardunyalar
Soluk yüzlü karanlıkların masumiyeti ve Endülüs
Ve semalarından bahçemize doğan güneşi Granada’nın
Unutma bir temmuz serinliği gibi hiç kavuşmayacak bizi
-Alova da çevirdi belki-
Edvard Munch, “İsimsiz”.
|
*
DÜNYA KIRGINI
Sami Baydar için
öpüyor işte kemiklerim
nazik bir rüzgârı
bulutsu bir fanusun
sesine uzanıyorum şimdi
gerçeğin gölgesinde
unutmuştum rengimi
ve örtmüştü ışık tüm
meleklerin yüreğini
düşlerimdi yalnızca
kapıları anlamsız kılan
hep aynı serin bahçeden
seyrettim ırmakları
sonsuz bir yalnızlıkta
mahkûmdum neşeye
cehennem gibiydi sorma
seviyordum
dünyayı
Hugo Simberg, "Ölüm Bahçesi" |
*
ULYSSES, *
dünyadan çıkış yolları aradım durdum, hiç
konuşmadın benimle
dünya efendileri bana dokunmasın
istemiştim, insanlığa ağladım
yeşil alevler kavurdu tenimi,
bilmiyorsun, anlatamadım hiçbirini
dünyada anılara bakıyorum diye, asla
söyleşmiyordum aynalarla
devrik bir nefes oldum, inanıyorum, dünya
bana aynısını anlatacak
ağır ve sararmış rüyalarımdan çiçek
dünyalar kuruyorum kendime
varla yok arasında bir sırttayım,
bütün melekler, izliyoruz dünyayı
nicholas'ın portresi sana bakıyor,
karlı bir pelerin gizliyor yüreğimi
vücut her zaman savaşır ve ben, herkesten önce kaybettim bu
savaşı
* Sami Baydar için bir şiir girişimi.
Félix Vallotton, “Siyah ve Beyaz” |
*
SEVGİLİ GÜNLÜK, *
uzundere barındayım,
bilinmeyen ülke diyorlar buraya
yıldız dağının eteklerine
kurulmuş
gökte uçan hüma kuşu bile dile gelmiş
görüş günü annelerinin çaresizliği
için
ağıt olup da yırtmış bir
gün bu sessizliği
çamdan sakız akıyor diye ağlarmış
bir abdal
gelen benim dendiğinde ise
dururmuş zaman ve
gelmiyorsun işte diye
bağırırmış öfkeli bir rüzgâr
seni düşünmek güzel şey diye
mırıldanıyor şimdi bir sarhoş.
* Ezginin Günlüğü’nün Seni Düşünmek albümü için bir saygı şiiri.
Gustave Courbet, “Palavas Kumsalı”.
|
Yorumlar
Yorum Gönder