Ana içeriğe atla

W. G. Sebald'ın Kaleminden Robert Walser ve Yedi Portresi


ROBERT WALSER (1878 - 1956)

Robert Walser'in hayat hikâyesinde bıraktığı izler öyle silikti ki rüzgâr onları az kalsın alıp götürecekti. En azından 1913 baharında İsviçre’ye döndüğünden beri, gerçekteyse elbette başından itibaren, dünyaya pamuk ipliğiyle bağlıydı. Hiçbir yere yerleşemedi, en ufak malı mülkü dahi hiç olmadı. Ne evi vardı ne uzun süreli bir dairesi, tek bir mobilyası olmadığı gibi kıyafet namına da olsa olsa bir günlük bir de yabanlık elbiseye sahipti. Yazarların zanaatlarını icra etmek için gerek gördüğü şeylerden bir tanesine bile benimdir, demedi. Kitaplara gelince, sanıyorum kendi yazdıklarına bile sahip değildi. Okudukları çoğunlukla ödünç alınmıştı. Kullandığı yazma kâğıdı bile ikinci eldi. Nasıl ömrü boyunca hiç mal mülk sahibi olmadıysa, insanlardan da aynı şekilde uzak kaldı. Başta en yakınları olan kardeşleri ressam Karl ile güzel okul hocası Lisa’dan bile gitgide uzaklaştı, ta ki, hakkında Martin Walser’in dediği gibi, bütün kimsesiz yazarların en kimsesizi olana dek.
(...)
Walser'in yazılarını bölük pörçük okumaya devam ettikçe, ondan geriye kalan portre fotoğraflarına da bakarım hep; sayısı yedi olan bu çok farklı fizyonomi durakları, aralarında olup biten sessiz faciayı sezdirirler.

Robert Walser gerçekte kimdi veya neydi, onunla olan yakın ilişkime rağmen bu konuda güvenilir bilgi veremem. Dediğim gibi o yedi portre fotoğrafının her biri bambaşka insanları gösteriyor;
içi sessiz bir şehvetle dolu bir delikanlı; 
 çekinceli bir kaygıyla milletin arasına karışmaya koyulan biri;

Berlin’de kahramanca ve karanlık bir etki bırakan yazar; 

su gibi camsı gözleri olan otuz yedisindeki biri; 

sigara içen ve çok tehlikeli görünen haydut; 

beli bükülmüş bir adam 

ve hem harap olmuş hem kurtarılmış bir tımarhane hastası.


Bu portrelerde dikkat çeken yalnız farklılıkları değil, her birinde sezinlenen ve Walser’in tamamıyla kibirsiz, İsviçrelilere has oturmuş yapısı ile kariyerinin başlarında sergileyip sonraları da elinden geldiğince sağlam bir görünüşün ardına gizlediği anarşist, bohem ve dandy eğilimleri arasındaki tezattan geldiğini tahmin ettiğim bir örtüşmeme durumu var. Sırtında “pejmürde, açık sarı yazlık bir takım, ayağında hafif dans ayakkabıları” ve tepesinde “kasten eskitilmiş, küstah ve budala bir şapka”, bir pazar Thun’dan Bern’e yürüdüğünü kendi söylüyor.

*
Kaynak:
W. G. Sebald, Kır Evinde İkamet, Can Yay., 2016. Çeviren: Sami Türk

Bu da, Sebald’ın sitesine girdiğinizde karşınıza çıkan Google Translate çevirisi. 
Fena durmuyor. Yazının orijinali şurada.
---
hâmiş:
Thun ile Bern arası ~32 km. imiş. Yürüyerek 6 saatte gidilebiliyor.
Walser üstadın doğum günü olan bir 15 Nisan günü yapılırsa oldukça şık bir etkinlik olur. Zengin arkadaşlara duyurmuş olalım.




Yorumlar

  1. Üçüncü fotoğrafını bizim apartman görevlisine benzettim. Sabah sabah. İnsan çift yaratılmış dedikleri �� Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kapıcınıza selamlar. Walser de uşaktı.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Muallakat ve Şairleri: Bir elin ağza gidişi gibi...

Etel Adnan Muallakat ( muallakāt) , câhiliye döneminde yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonuna verilen addır. (Hangi şairlerin şiirlerinin bu derlemeye dâhil edildiği ve sayılarının kaç olduğu konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.) Sözlükte,  “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek” anlamındaki alak (alâka) kökünden türeyen muallaka kelimesinin çoğulu olan muallakat “beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan, sergilenen şiirler” demektir. Rivayete göre muallakat, câhiliye devri Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda düzenlenen şiir yarışmalarında eleştiri süzgecinden geçerek seçilmiş, keten bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Muallakat şairlerinin en eskisi, milâdî VI. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul edilen İmruülkays b. Hucr ’dur. Diğerleri bu asrın ikinci yarısında hayat sürmüştür. Bunlardan sadece Lebîd b. Rebîa