Birkaç yıl önce, “bir gün bir roman
yazmak” hayalimi revize etmiş ve ‘yeni hedef’imin –hiç değilse– bir kitaba
önsöz yazmak olduğunu söylemiştim. Önsözler, sonsözler; kalpten yazılmış
olmaları koşuluyla hepsi harikadır, hilafsız severim.
Hâlâ kimsenin aklına gelmediyse gözde önsözlerimi derlemek gibi bir hayalim
var. Mümkün olsa, Camus’nun Soğuk
Kül için yazdığı önsöz de yer alır o kitapta, Nabokov’un Ölü
Canlar için yazdığı sonsöz de. Ferit Edgü’nün Yaban Balı
Özgürlük Kokar’a yazdığı önsöz, Orhan Pamuk’un Yaşlı Gemici’ye
yazdığı önsöz, Mihail/Arkadaş'ın Kaynak’tan çıkan baskısındaki
önsöz…
Meltem Gürle’nin 2016 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Ölülerle
Konuşmak (İngilizce aslından çeviren: Ümran Küçükislamoğlu) üst
başlıklı kitabına yazdığı da böylesi bir önsözdü işte. Şöyle başlıyordu
söze: “İki tür insan vardır: Önsözleri okuyanlar ve önsözleri
okumayanlar. Ben birinci gruba giriyorum. Bu önsözü de galiba kendim gibi
insanlar için yazıyorum.”
Ben de öyleyim ve Bibliyofil Konuşmaları’na yazdığım bu önsözleri
(gerçi daha çok “ön-yazı” diyorum) kendim gibi insanlar için yazıyorum. Hatta
konuyu ne kadar önemsediğimi anlatabilmek adına biraz abartayım: John
Hurt’ın Fil Adam’dan bahsederken söylediklerinden esinle; önsözleri
okumayan bir insanla tanışmak istemezdim!
“Bizi mahvedenin kabalıklar olduğunu zannederiz. Oysa, asıl incelikler
yıkar hepimizi.” Böyle diyor Meltem Gürle, Kırmızı Kazak’taki
yazılarından birinde. Oğuz Atay ise Pakize Kutlu’nun “Selim Işık
kimdir?” sorusuna “Selim Işık, birçok tutunamayanın
bileşkesidir.” demişti. Meltem Gürle, bütün zarafeti ve duyarlılığı ile
birçok kitapseverin bileşkesidir. Durup ince şeyleri anlamaya vakit ayırdığı,
öte geçelerden ıslık çalanlara yanıt verdiği için… Bir gün, bir kitabın parçası
haline gelebilmek dileğiyle.
M. Milât Özçelik / 5 Kasım ‘20
1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı
hatırlıyor musunuz?
Harçlığımı biriktirmeye başladığımda ilk okuldaydım. Dedem her ay emekli
maaşını aldığına bana da bir kitap alırdı. Öylece bayağı bir kitap
devşirmiştim. Bir de kütüphane kitapları vardı. İyi bir okuyucu olduğumu fark
ettiğinde, annem beni İzmir Çocuk Kütüphanesi’ne kaydettirmişti. Ama bunlar da
yetmediği için, harçlıkları biriktirip kitap satın almaya başlamıştım. İlk
aldığım kitaplardan biri bir masal kitabıydı ama ismini hatırlayamıyorum şimdi.
Hatırladığım kitap ise Jules Verne’den Arzın
Merkezine Seyahat. Karton kapaklıydı, üzerinde oldukça renkli bir
illüstrasyon vardı. Galiba elinde fener tutan bir adamı mağaraya inerken
gösteriyordu.
2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı
kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra
kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Alışkanlık nedeniyle,
kişisel kitaplığımdan bahsederken “kütüphane” diyorum ama bu tanımı hak ediyor
mu emin değilim. Bir zamanlar kütüphanemi şenlendiren sözlükler, ansiklopediler
ve dergi koleksiyonları yok artık. Bazıları oradan oraya taşınırken yolda heba
oldu, bazılarını hediye ettim, bazıları da internet icat olduktan sonra
fazlalık gibi görünmeye başladı. Bu sonuncusunda, biraz tembellik olduğu kadar
ihanet kokusu da var tabii. Sonuçta, kitaplığımda referans kitapları yok artık.
Ve bunların olmadığı bir kitaplığa da kütüphane denemez aslında. Ancak, belli
yazarların külliyatları ya da bu eserler hakkında yazılan kimi ikincil metinler
bulunduğu için, yine de benim kitaplık arada bir yerde duruyor denebilir.
3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını
yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges
Perec’in“Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı
yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es
geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak
hangi yolla dizerdiniz?
Kitap yerleştirme
yöntemleri konusunda yazan başkaları da var. Anlaşılan kütüphane tanzimi okuma
eyleminin ya da okuyuculuk tecrübesinin bir parçası olarak algılanıyor. Perec
bu konuda kimi önerilerde bulunuyor ama kesin bir şey söylemiyor, çünkü bunun
tek bir yolu yok. Benim kütüphanem de çeşitli yöntemlerden geçerek kendince bir
dengeye doğru evrildi. Başlangıçta, kitaplar farklı dillere (Türkçe, İngilizce,
Almanca) ve yayınevlerine göre tanzim edilmişti. Şimdi daha çok konuya ve
yazara göre düzenlenmiş durumdalar. Başka kriterler de var: Akademik kitaplarla
keyif için okunanlar da ayrı ayrı yerlerde duruyor. Ama keyif için okunan
akademik kitaplar ve akademik sebeplerle okunan keyif verici kitaplar gibi alt
kategoriler de olduğunu düşünürseniz, işler bazen iyice karışabiliyor. Kaldı
ki, konuya göre düzenlediğiniz zaman da her şey beklendiği gibi
gelişmeyebiliyor. Hatta bazen işin içine bilinçdışı da dahil olabiliyor. Mesela
bir keresinde, Rilke’nin Dua Saatleri Kitabı’nı günlerce aradıktan sonra
kutsal kitapların yanında bulmuştum. Dalgın bir anımda oraya yerleştirmiş ve
sonra unutmuş olmalıyım. Yerini yadırgamış gibi görünmüyordu. Ben de orada
bırakmaya karar verdim.
4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya
platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o
kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En
uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
En son uzun uzun
aradığım kitap aslında eski bir kitap değildi. Fakat bir nedenle çok satmadığı
için baskısı kalmamıştı. Bunun eğlenceli bir hikayesi var, onun için
anlatacağım: Bir araştırma için İrlandalı yazar Barry McCrea’nın The First
Verse adlı romanını arıyordum. Roman, Trinity College Dublin’deki bir grup
öğrencinin kitaplar üzerinden gizli bir dernek kurmalarını ve karanlık bir işe
girişmelerini anlatıyordu. Konusu da çok meraklı bir şeydi yani. Bu sırada
Dublin’deydim ve romanı bulamamak imkansız gibi görünmüştü ilk başta. Fakat
baskısı tükendiği için bir türlü bulamıyordum. İşin garibi, kütüphanedeki
kopyası da gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Sonunda İrlanda’dan
ayrılmadan bir hafta önce romanı ele geçirdiğimde, garip bir tesadüfle
yazarıyla tanışma şansını da elde ettim. Kitabını tedarik etmekte ne kadar
zorlandığımı anlattığımda, acı acı gülümseyerek şöyle dedi bana: “Bana
ulaşsaydınız hemen size bir kopya yollardım. Kitapların çoğu annemin
bodrumundaki kutularda el değmemiş bir şekilde bekliyor.”
Fakat en uzun süre
aradığım kitap bu değil. Bir arkadaşıma hediye etmek üzere, Pardayanlar
serisinin eski baskısını aramıştım yıllarca. Sonunda bir sahaf dostum sayesinde
buldum. Kitaplar neredeyse lime lime olmuştu ama benim aradığım baskı olduğu
için yine de çok sevinmiştim.
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz
serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz
hangileri?
İngiliz Edebiyatı
okumuş herkes gibi, benim kitaplığımda da bol bol
Penguin klasikleri ve Arden
Shakespeare var. Türkçe eleştiri kitaplarında ön sırada Metis ve İletişim
geliyor. Romanlarda Can Yayınları biraz daha baskın görünüyor –bunların çoğu
öğrenciyken aldığım eski baskılar. Polisiye merakım olduğu için, Remzi
Yayınları’nın Çilekli Kitaplar serisini çok severdim. Ruth Rendell romanlarını
ve çok bayıldığım Susan Hill’i ilk oradan okumuştum mesela. Özlediğim
yayınevlerine gelince, birçok isim sayabilirim. Ama bir yayınevi var ki,
yokluğunu gerçekten hissediyorum: AFA.
6.
Hermann Hesse Robert
Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.”
diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak
kitap/yazar var mı (ve neden)?
Herkes bir kitabı ya da yazarı başka başka nedenlerle sevebilir. Tek bir
kitapta anlaştığımız için, biriyle aynı sayfada buluşabilir miyiz bilmiyorum.
Ama mesela Dostoyevski sevmeyen biriyle nasıl konuşulur, ondan da emin değilim.
Nabokov’a sadece bu sebeple mesafeli dururum. Çok iyi yazardır ama
Dostoyevski’yi melodram meraklısı bir romancı olarak andığı için kalbimi
kırmıştır. Fakat şimdi düşündüm de,
Nabokov’u Dostoyevski’ye yeğleyen çok sevdiğim bir arkadaşım var. Yine de ondan
vazgeçemem, çünkü ikimiz de Joyce sevdalısıyız. Pek hassas bir mesele olan
Dostoyevski konusuna dokunmamaya çalışarak, buluştuğumuzda daha çok Joyce ve Ulysses konuşuyoruz. Fakat muhakkak tek
bir yazar söylemek gerekirse, ben yine de Çehov’u seçerim. Karakterlerini
yargılamaktansa anlamayı tercih eden ve her birine şefkatle yaklaşan bir yazar
olduğu için böyle bu. Evet, herkes Çehov okusaydı dünya gerçekten daha iyi bir
yer olurdu.
7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan
onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Italo Calvino Bir
Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’da okumadığımız için başımıza bela olan
kitapların bir listesini yapar. Ama sadece “Okumadığımız Kitaplar” diyerek
geçip gidebileceğimiz bir mesele değildir bu. Belki okumadık, ama bir sorun
bakalım neden okumamışız! Calvino’dan daha iyisini söyleyemeyeceğim için,
burada onun listesini hatırlatmayı yeğliyorum: “Okumana Gerek Olmayan
Kitaplar, Okumak İçin Değil Başka Amaçlar İçin Yazılmış Kitaplar, Yazılmadan
Okunmuş Sınıfına Girdikleri İçin Kapağını Bile Kaldırmadan Okuduğun Kitaplar
[...] Bir Taneden Fazla Hayatın Olsaydı Kesinlikle Okuyacağın Ama Ne Yazık ki
Günlerin Sayılı Olduğu İçin Okuyamayacağın Kitaplar [...] Daha Önce Okunması
Gereken Öteki Kitaplar Olmasaydı Okumaya Niyetlendiğin Kitaplar, Şimdi Çok
Pahalı Olan ve Ucuzlamasını Bekleyeceğin Kitaplar, Herkesin Okuyup da Senin de
Okumuş Kadar Olduğun Kitaplar, Yıllardır Okumayı Düşündüğün Kitaplar, Yıllardır
Arayıp da Bulamadığın Kitaplar, Şu An Üzerinde Çalıştığın Şeyle İlgili
Kitaplar, Gerektiğinde Elinin Altında Olsun Diye Sahip Olmak İsteğin Kitaplar,
Belki de Bu Yaz Okumak İçin Bir Kenara Ayırabileceğin Kitaplar, Raflardaki
Öteki Kitapların Tamamlayıcısı Olarak Gereksindiğin Kitaplar, Sende Birden,
Haklı Bir Nedeni Kolayca Bulunmayacak Açıklaması Olanaksız Bir Merak Uyandıran
Kitaplar.”
8.
“Bunların hepsini okudun mu?”
sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Bu soruyu soranların bir kısmı, muhtemelen kendileri iyi birer okuyucu
olmadıkları için, satın alınan kitapların tümünün henüz okunmamış olabileceğini
anlamazlar. Halbuki, yukarıdaki soruya değinerek tekrar etmek gerekirse,
okunmamış kitapların okunmamalarının bir sebebi vardır. O sebep ortadan
kalktığında belki okunacaklardır. Belki de hiçbir zaman okunmayacak ama
heyecanlı bir olasılık gibi kütüphanenin bir köşesinden bize arada bir göz
kırpacaklardır.
Bir diğer kısmı da şüphecidir. Bu kadar kitabın okunmuş olabileceğine
ihtimal vermezler. Kendileri okumamışsa, başkaları da okuyamaz herhalde diye
düşünürler. Onlara kalırsa, bu kadar kitap olsa olsa bir heves için alınıp
konmuştur raflara. Bir de kadınların kütüphanelerine bakıp ahkâm kesen erkekler
vardır. Aralarından iyi okuyucu olanlar da çıkabilir. Ancak eğer bu soruyu
soruyorlarsa, düpedüz kötü niyetlidirler. Kendi okudukları kitapları kadınlara
yakıştıramamışlardır.
Sonuçta hangi sebeple sorulmuş olursa olsun, muhatabını değil de soranı
mahcup edecek bir sorudur bu. Ben duymazdan geliyorum. Başkaları adına utanmak
zahmetinden kurtarıyor beni.
9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Bu benim için zor bir
soru. “Iskalanmak” ifadesi de şimdi anlatmaya çalışacaklarımı tam olarak
karşılamayacak. Onun için bu lafı bir tarafa bırakarak, genel olarak kadın
yazarların hak ettikleri kadar ilgi görmediklerini söyleyeyim. Tamamen
“ıskalanmıyorlar” ama olması gerektiği kadar da değer bulmuyorlar. Bazı
metinleri okurken, bunu eğer bir erkek yazmış olsaydı, çoktan Türkiye’nin en
parlak yazarı ilan edilmiş ve alkışlarla omuzlara alınmış olacaktı diye
düşünüyorum. Her biri tamamen özgün ve çok parlak kadın yazarlarımız var.
“Kadın” sözcüğünü yazarlıklarını tamlayan bir sıfat olarak kullanmıyorum.
Sadece bu vasıfları nedeniyle göz ardı edildiklerini düşündüğüm için böyle
kullanıyorum. Tek tek isim vermeyeceğim, ama son dönemde öykü, roman, röportaj
ve deneme/eleştiri alanında okuduğum en iyi eserler kadınların elinden
çıkmıştı. Bence 21. Yüzyıl, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de
de, kadınların yüzyılı olacak.
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Sevdiğim filmler arasından
sadece üç tanesini seçmek çok zor. Onun için 2000’li yıllarda çekilen filmlerle
kendimi sınırlayayım:
La Ciénaga (2002) Lucrecia
Martel
Dönüş (2003) Andrey
Zvyagintsev
Victoria (2015) Sebastian Schipper
MELTEM GÜRLE
Yorumlar
Yorum Gönder