Ana içeriğe atla

Tomek

 

37 oldum.
Çocuktum, babamdan öğrenmiştim ne kadar zamandır dünyada olduğumu hesaplamayı:
 
       25.07.2025
    – 25.07.1988
--------------------------
 0 gün. 0 ay. 37 yıl.
 
 "Oha, çüş" demek geçiyor içimden. Çünkü 20'li yaşlarımı asla aşamayacağımı düşünürdüm. 20'lerim, kasırganın gözündeymişim gibi 'yoğun' geçti. Fırtınanın tabiatıdır: çok şey yaşadım ama geride ne bir iz kaldı ne bir şahit.
 
O vakitler, 30'larını süren arkadaşlarımı gördükçe, bilhassa sessizlik anlarında, tropik bir hayvanı süzer gibi izlerdim onları. Nasıl bir şeydir kim bilir, Kaf Dağı'nı (20'leri) aşıp da 30'ları yaşamak...
 
İşte, ben de aştım. Geldim, şimdi ve buradayım. Artık, ben de bir hayvanım. Kim bilir nasıl görünüyorum, neler söylüyorum meraklı ve gelecekten yana endişeli o gözlere. Varsa eğer öyle bir göz üzerimde.
*
Bugün en sevdiğim yemekleri yaptı bana Leyla. Öyle istedim. Sebzeli kuzu incik, şehriyeli pirinç pilavı ve bol zeytinyağlı humus. Üstüne de cevizli-tahinli kadayıf, yanında çayla. Sonra, cilâ niyetine böğürtlen sorbe. Aksi yönde bütün ısrarıma rağmen birkaç da küçük, zarif hediye. İkimiz de bayramları sevmiyoruz mesela. Ben ek olarak doğum günlerini de sevmiyorum. Buna mukabil, fevkalade memnunum dünyaya geldiğime ve böyle bir eş bulabildiğime.
*
Yine bugün, neden bilmiyorum, Tomek geldi aklıma. Kieslowski'nin Aşk Üzerine Bir Film'indeki çocuk. (Dekalog-5'i daha çok severim aslında. Sonları farklıdır.) Şimdi bu yaşımda anladım ki en sevdiğim film karakteriymiş. Bu kadar kendime yakın hissettiğim bir başka film karakteri daha yok.
 
Filmde 19 yaşındaydı Tomek ama o bir film karakteri, değil mi? Filmin 1988 tarihli olduğunu göz önünde bulundurunca, Tomek'in de 37 yaşında olduğu söyleyebiliriz, bugün. Bazı kötü huyları olsa da, iyi çocuktur Tomek. Bir yetim. Anneannesinin kuzusu, âdeta. İşinde, çalışkan. İş, ev ve tavan arasında bir hayat… Herkes uyurken o düşünür, bekler, uykuyu tutkularına feda eder. Aşkı gözler, peşinden gider ama korkaktır. Kapıyı çalar ama çekingendir, duygularını dile dökemez. Boyuna yalan söyler, yoksa icat eder. Şans -sonunda- yüzüne güldüğünde ise her şeyi berbat eder. Yıkılır. İz sürmekteki direnci, duvara ilk toslayışında cam gibi parçalara ayrılır. (Düşmem gerekiyorsa, demişti Vergilius, gökten düşmeyi tercih ederim.) Korkaktır ama bileklerini kesecek kadar da gözünü karartabilir. Ve keser... Ama, işte, hiçbir şey incinen gururu kadar yaralayamaz onu.
 
Sonsuza kadar sürecek değil ya, fırtına diner. Belki hiç geçmeyecek bir iz, bir şahit ama ne gam: bu kez kendinden emin, bir daha ardına bakmayacaktır.
 
İyi ki doğdun Tomek.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir...

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı. ...

Bibliyofil Konuşmaları #5: Efe Murad

Yalnızca ‘Batı sınırları’nda değil, Doğu’nun serhatlarında da gezinen bir kitapçoksever, şair  Efe Murad . Türkçe, İngilizce, Almanca ve Farsça ile billurlaşmış diliyle bir punk-okur. Thomas Bernhard’dan Sarah Kane’e, Susan Howe’den Lyn Hejinian’a, Ferîdûn-i Muşîrî’den M. Âzâd’a, C.K. Williams’tan –2020 içinde– Ezra Pound’a ulaşan somut bir nehir! (John Hurt’ın ‘Fil Adam’ için söylediği sözden ilhamla; Muşîrî’nin şiirlerini okuyup da bir ‘şikâyet namazı’ kılmayı düşünmemiş biriyle tanışmak istemezdim.)   Efe Murad’la henüz tanışmıyoruz ama onu “Madde-Şiir Manifestosu”ndan (Cem Kurtuluş’la birlikte, Mayıs 2004, Adam Sanat) bu yana ‘biliyorum’. Doğrusu, imzasının izini sürmedim hiç, ama ortak ilgi ve okuma kültürümüz bizi bir şekilde buluşturdu hep. Şimdi ve burada olduğu gibi!   Bibliyofil Konuşmaları’na başlarken yazdığım ilk yazıda, “Yalnızca tanınmış yazar/okurlarla değil, kendi kuşağımın ‘kitapçokseverleri’ ve ismi yalnızca mahfillerde işitilmiş, internette isimlerini...