Ana içeriğe atla

"Şarkı Söyleyen Kadınlar" İçin 9 Soru


Reha Erdem'in sinemasını çok seven, önemseyen, takip eden nice izleyiciye olan şey bana da oldu: Erdem'in son filmi "Şarkı Söyleyen Kadınlar ya da Adem'in Yakarışı" benim de günlerce aklımdan çıkmadı. (Ahmet Güntan, buralarda mısın?) Dayanamadım ve bir şeyler yazmak istedim. Ama bunu aşağıda da okuyacağınız üzere açıklama cür'etinde bulunarak değil de, sorarak yapmak istedim. Böylesi bir filmle ancak bu yolla baş edebileceğimi düşündüğümden ya da bir korkak oluşumdan… bilemiyorum.


— Atı neden yalnız bıraktın?
— Eve yârenlik etsin diye evladım
Zira evler ölür terk ederse sakinleri...

[ Mahmud Derviş ]


BİR.
Olmuş, olmakta ve olacak olan, daha da büyüğü beklenen, 'artçı'larıyla huzursuz eden, uykuları kaçıran, göç ettiren deprem, Âdem'in küçük kıyameti (ölümü) olduğu kadar, Şarkı Söyleyen Kadınlar'ın, yakınan erkeklerin ve de tüm şarkılarla birlikte nice merhem bekleyen yaranın, acının, özlemin, beklentilerin sükût bulacağı an, sûr'un üfleniş ânı, yani, aslında, esasında bizim büyük kıyametimiz midir?


İKİ.
Esma'yı izledikçe, saflığına, masumiyetine baktıkça, üzerine düşündükçe William Faulkner'ın Benjy'sini ve onun –33 yaşında olmasına rağmen– 3 yaşında birinin masumiyetiyle temsil bulan İsa peygamberi düşündüm... Esma da bir İsa mı?


ÜÇ.
Korkuyorum Anne'de içine düştüğü sarmaldan nasıl çıkacağını bilemediği için yardımını talep ettiği arkadaşından "Dua et Allah'a" diye samimiyet ötesi bir çıkış yolu gösteren o adam daha uzun cümleler kurmaya, sözünü tamamlamaya yönelik esaslı girişimlerde bulunmaya ve en nihayetinde başlangıç noktasına, bir kuzu olup gitmeye, bir dua olup sonsuz evrende uçmaya mı karar verdi?


DÖRT.
Çocuğunu arayan, bulamayan, inleyen, çaresiz bir anne; babasından beklediği şefkati bulamayan, zaman zaman bunu haketmediğini düşünse bile o baba'da hep bir anne'yi arayan, bulamayan, yakaran çocuk; bu iki'liği –göz göze gelseler, konuşsalar dahi– buluşturamayan şey yalnızca kan (bağı!) mı?


BEŞ.
Kendisini sömüren, –eskisi gibi– sevmeyen (öyle inanılan) bir kocadan kaçıp gelinen ya da eski bir işkence ortakçısının bir nevi sığındığı, herkes gitse de elektrik, su olmasa da (belki de gidilemediğini bildiğinden) kalmakta ısrar edilen yer, ada, bir mezarlık mı?


ALTI.
Âdem acılarının ve aldığı âh'ların külfetini –bu dünyada da– ödemeye mahkûm edilip acı çekerken, tecrübeyle yakarırken, kadın, kadınlar, yalnızca masumiyet şarkıları mı söyler dururlar –bu dünyada?


YEDİ.
Geliyorum diyen bir patlamayla biten, dağılan, yerle yeksan olan o fildişi kulenin, sığınağın, kalenin ya da daha bilinen ifadeyle, evin, yok olması, yok edilmesi (Antonioni'nin Zabriskie Point'inin intikam dolu bir gündüzdüşü olarak da düşünülebilecek son sahnesini akla getiren) ilahi bir bir kısas, bir bedel ödetme, bir taşmanın, hülasa, bir gayretullaha dokunmanın sonucudur diyebilir miyiz?


SEKİZ.
Tabiat, kapılarını, saklısını yalnızca masumlara açan, onlara gizini fısıldayan, görünmezi aşikâr eden, bulunmazı, olmaz sanılanı toprağından halk ettiren, olduran ve fakat, kendi uçurumlarını da koruyan, yerine göre, artık çok şey bildiği ve hududu aştığı için en yakın adamını gözünü kırpmadan öldürten bir baron gibi, kendi çocuklarını yiyen bir anne midir?


DOKUZ.
Bu yaşadıklarımız kimin rüyası?




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka