Richard Sica, "Çaresizlik", 1966. |
Biyolojik olarak her 7 yılda bir yepyeni bir insan olduğumuz söylenir/miş.
22 yaşımı düşünüyorum. 7 yıl öncesi. Bana, ben 22 yaşındayken, hayatını (“tarihçe-i hayat”) yaz denseydi, 40 ciltlik bir kitap yazabilirdim. (Bu cümleyi Orhan Pamuk’un Öteki Renkler’inde okumuştum. 22 yaşındaydım. ‘Duygularıma tercüman oldu’ dedikleri şey buydu demek. O, bu cümleyi kaç yaşından seslenerek söylüyordu bilemiyorum şimdi, bildiğim şu ki, ben o gün 22 yaşındaydım ve aynı şeyi düşünüyordum, aynı duygu, aynı yoğunluktaydım. Sonra sonra, benim oldu bu cümle. Ona ihtiyaç duyan bendim çünkü.) 7 yıl geçti. Şimdi ise “biyolojik olarak her 7 yılda bir yepyeni bir insan olduğumuz söylenir” cümlesini –bu kez okumadım,– işittim. (Kaynak kişi, Barış Özcan.) Arada neler olup bittiğini anlatacak değilim. Yo! uzun süreceğinden değil, artık 22 yaşındaki ‘çocuk’ olmadığımdan. Geldiğim noktada, değil 40 ciltlik bir kitap yazmak, 40 satırlık bir mektup yazmanın bile uzağında görüyorum kendimi: tâkatim yok ya da yorgunum, belki de kırgın; ne fark eder, kuvveden fiile bir isteksizlik. Yazmak da bir hırstan başka ne idi, demişti ya Sait Faik, biraz ondan, biraz bundan, belki daha çok Robert Walser’den, onun Jakop von Gunten’inden etkilendiğimden, en ufak bir hırs emaresi kalmadı bende, yahut yıllarca suyundan istifade edilmiş bir kuyunun –nasıl dolduysa artık– tortularına ‘yetiştiğimi’ gördüm, çektiğim kovanın içine sinmiş çamurun lezzeti yok, varsın susuz kalayım, ya da ne yapacağımı bilmiyorum, bildiğim, mermilerimin bittiği, tükendiğim, korkak, çekingen biri olup çıktığım, bildiğim, artık her şeyi kabullenmiş biri olmaya doğru gittiğim, her şeyi kabullenmiş biri olmak istediğim, her şeyi kabullenmiş ve hiçbir şey istemeyen, hiçbir şey ummayan biri olmak istediğim, bildiğim bu işte. Kazancakis’in bir vakit çok sevdiğim, benimsediğim epigramını, biraz da Sami Baydar’ın ulaşılması imkânsız naiflikteki dizelerinin de yardımıyla tahrif etmek pahasına, şimdi, “hiçbir şey ummuyorum, sadece korkuyor, çekiniyorum, dünya efendileri ilişmesinler bana istiyorum, hayır, özgür de olmak istemiyorum” noktasındayım. Özgür de, evet: Chamfort’un ‘umut’ için söylediği şarkıyı bozuyorum: “Özgürlük bizi sürekli yanıltan bir şarlatandır. Benim için mutluluk da onu yitirdiğimde başladı.” –İsmet Özel’in 18 yaşımın heyecanıyla okuduğum “Özgür olmak şart mı?” sorusunun da katkısı büyüktür bu noktaya gelişimde (Taşları Yemek Yasak). Peki, bu gemi nereye gider, hâlâ yaşıyorsam, bir 7 yıl sonra ne olurum? Elbette bilinmez. Bilinen şu ki, ilk cümlenin hakikatle sayısal bir bağa işaret ettiği –örnek tekil de olsa. Ezcümle, değiştim. Sonuçta değişmeyen tek şey marksizm/ler. Biz yol alalım, haydin eyvallah.
Yorumlar
Yorum Gönder