(Zekeriyyâ
Tâmir - “en-Numûru fi'l-Yevmi'l-Âşir”)
Arapçadan
Çeviren: B. Leyla YELKEN
Orman,
kafeste hapsedilmiş kaplandan çok
uzaktaydı. Fakat ormanı unutamıyordu kaplan. Kafesin etrafında
toplanmış, kendisini hiç işkillenmeden
ve meraklı gözlerle izleyen adamlara öfkeyle baktı. İçlerinden tiz sesli biri emreder gibi konuşuyordu;
—
Eğer
gerçekten mesleğimi, yani hayvan terbiyeciliğini, öğrenmek istiyorsanız, ilk
hedefinizin düşmanınızın midesi olduğunu asla unutmamanız gerekir! Bu mesleğin
hem çok güç hem çok kolay olduğunu göreceksiniz. Şimdi şu kaplana bir bakın! Vahşi,
son derece mağrur, özgürlüğüne düşkün ve çok güçlü. Fakat değişecek, küçük bir
çocuk gibi zayıf, sakin ve itaatkâr olacak. Dikkatle izleyin! Elinde yiyeceği
olanla olmayan arasında ne fark var, öğrenin!
Adamlar,
hayvan terbiyecisi olma yolunda, bu mesleğin liyakat sahibi öğrencileri
olacaklarını dile getirdiler. Hayvan terbiyecisi güldü ve alaycı bir şekilde
kaplana:
—
Değerli
konuğumuz nasıllar acaba, keyfiniz yerinde mi?
Kaplan:
—
Bana
yiyecek bir şeyler getir, yemek vaktim geldi.
Hayvan
terbiyecisi yapmacık bir
şaşkınlıkla:
—
Kafeste,
üstelik benim esirim olduğun halde bana emir mi veriyorsun? Ne komik kaplanmışsın
sen! Burada emredecek biri varsa o da benim!
Kaplan:
—
Kimse
kaplanlara emir veremez.
Hayvan
terbiyecisi:
—
Sen
şimdi kendini kaplan mı sanıyorsun? Sadece ormanda kaplansın sen. Artık
kafestesin ve emirlere uymak zorunda olan bir kölesin sadece.
Kaplan,
gâyet gamsız:
—
Kimseye
köle olmayacağım.
Hayvan
terbiyecisi:
—
Bana
itaat etmek zorundasın, çünkü yemeğin benim elimde.
—
Senin
yemeğini istemiyorum.
—
Madem
öyle, aç kal o zaman. İstemediğin bir şeye zorlamayacağım seni.
Öğrencilerine
dönerek devam etti:
—
Nasıl
değişeceğini göreceksiniz. Dik başlılık aç karnını doyurmayacak.
Kaplan
acıktı. Rüzgârla yoldaş,
avının peşinden koştuğu günleri yeisle hatırladı.
İkinci
gün, hayvan terbiyecisi ve öğrencileri kaplanın kafesinin etrafında
toplandılar.
Hayvan
terbiyecisi:
—
Açsın
değil mi? Çok aç! Bu sana acı veriyor olmalı. O yüzden aç olduğunu söyle ve bu
etten istediğin kadar al.
Kaplan
sessizliğini sürdürdü. Bunun üzerine hayvan terbiyecisi:
—
Ahmaklık
etme, dediğimi yap! Aç olduğunu itiraf et ve hemen karnını doyur.
Kaplan:
—
Açım.
Hayvan
terbiyecisi güldü ve öğrencilerine dönüp:
—
İşte
şimdi çıkılamayan tuzağa düştü!
Emir
verdi, kaplan ziyadesiyle ete kavuştu.
Üçüncü gün hayvan terbiyecisi kaplana dedi ki:
—
Eğer
bugün yemek istiyorsan senden isteyeceklerimi yapmalısın.
Kaplan:
—
Yapmayacağım.
—
Acele
etme. Fazla bir şey istemiyorum. Şimdi kafeste dolaşıyorsun. Ben dur dediğimde
duracaksın.
Kaplan,
içinden:
—
Hmm…
sahiden önemsiz bir istek. İnatlaşıp aç kalmaya değmez.
Hayvan
terbiyecisi keskin ve sert bir şekilde bağırdı:
—
Dur!
Kaplan
olduğu yere çakıldı. Hayvan terbiyecisi kibirli bir edayla “bravo!” diye
bağırdı bu kez.
Kaplan
memnuniyetle yemeğini yerken hayvan terbiyecisi öğrencilerine
dönerek:
—
Birkaç
gün sonra kâğıttan bir kaplan olacak.
Dördüncü
gün, bu kez kaplan,
hayvan terbiyecisine:
—
Açım.
Benden durmamı iste durayım.
Hayvan
terbiyecisi öğrencilerine dönerek, kaplan emirlerimi sevmeye başladı, dedi.
Sonra kaplana:
—
Bugün
tıpkı bir kedi gibi miyavlarsan karnını doyurabilirsin.
Kaplan
öfkesini içine attı ve içinden,
kedi gibi miyavlarsam mutlu olacağım, dedi. Miyavlamaya çalıştı fakat hayvan
terbiyecisi suratını ekşitti. Küçümseyerek:
—
Beceremiyorsun!
Tuhaf sesler çıkararak bağırmayı miyavlamak mı sanıyorsun!
Kaplan
tekrar miyavlamaya çalıştı. Ancak hayvan terbiyecisi suratını ekşitmeye devam
etti. Müstehzi bir tavırla:
—
Sus,
sus, yine beceremiyorsun. Miyavlamayı öğrenmen için bugün seni kendi haline
bırakıyorum. Yarın gelip kontrol edeceğim. Başarırsan yemek var, yoksa aç
kalırsın.
Hayvan
terbiyecisi ağır adımlarla kafesten uzaklaştı. Öğrencileri de kendi aralarında
fısıldaşıp gülüşerek onu takip ettiler. Kaplan yalvarırcasına ormana doğru
seslendi fakat orman çok uzaktaydı. Beşinci gün, hayvan terbiyecisi kaplana:
—
Hadi
bakalım, bugün kedi gibi miyavlayabilirsen koca bir parça taze et kazanacaksın.
Kaplan
kedi gibi miyavladı. Hayvan terbiyecisi onu alkışladı ve gıptayla:
—
İşte
azim budur! Mart kedileri gibi miyavlıyorsun.
Sonra
kaplana büyük bir parça et attı.
Altıncı
gün, hayvan terbiyecisi kafese yaklaşır yaklaşmaz kaplan kedi gibi miyavlamaya
başladı. Fakat o da ne, hayvan terbiyecisi yine suratını ekşitti. Kaplan:
—
İşte,
tıpkı bir kedi gibi miyavladım.
—
Eşek
gibi anır!
Kaplan,
derin bir kederle kahretti:
—
Ben…
Ben ki ormandaki bütün hayvanların korktuğu, kaplan. Eşek gibi anıracağım ha!
Ölürüm de bunu yapmam.
Bunun
üzerine hayvan terbiyecisi tek kelime etmeden kafesten uzaklaştı. Yedinci gün
tekrar kaplanın yanına gelip, sakin bir şekilde:
—
Yemek
istemez misin?
—
Elbette
istiyorum.
—
Yiyeceğin
etin bir bedeli var. Eşek gibi anır ve yemeği hak et.
Kaplan
ormanı hatırlamak ister gibi duraksadı, gözlerini yumdu, başladı anırmaya.
Hayvan terbiyecisi:
—
Anırmayı
da beceremedin fakat sana acıdığım için bir parça et vereceğim.
Sekizinci
gün, hayvan terbiyecisi kaplana:
—
Şimdi bir şeyler okuyacağım sana ve okumayı bitirdiğimde
beni alkışlayacaksın.
Kaplan:
—
Tamam,
alkışlayacağım.
Hayvan
terbiyecisi konuşmasına başladı:
—
Vatandaşlar!
Çeşitli münasebetler vesilesiyle bir takım önemli konular hakkındaki
görüşlerimizi açıkladık. Bizim bu kesin ve net yaklaşımımız düşman
kuvvetlerinin kurduğu komplolarla dahi değişmeyecektir. İnancımızla
kazanacağız.
Kaplan:
—
Hiçbir
şey anlamadım.
—
Her
dediğimden hoşlanmalı, hoşlandığının göstergesi olarak alkışlamalısın.
—
Afedersiniz.
Ben okuma yazma bilmeyen bir cahilim. Söyledikleriniz harika şeyler. Arzu
ettiğiniz şekilde alkışlayacağım.
Ve
kaplan alkışladı. Bunun üzerine hayvan
terbiyecisi:
—
Ben
ikiyüzlülüğü ve ikiyüzlüleri sevmem. Ceza olarak sana bugün yemek vermeyeceğim.
Dokuzuncu
gün hayvan terbiyecisi bir kucak dolusu otla çıkageldi. Otları kaplanın önüne
atarak, “Ye!”, dedi.
—
Bu
da ne? Ben etçilim.
—
Bugünden
itibaren otla besleneceksin.
Kaplan
iyice acıkınca otları yemeye başladı. Tadını sevmedi. Tiksinerek uzaklaştı
otlardan. Sonra tekrar denedi. Ve yavaş yavaş alışamaya başladı.
Onuncu
gün, hayvan terbiyecisi, öğrencileri, kaplan ve hatta kafes ortalarda
görünmüyordu. Çünkü artık kaplan vatandaş olmuştu, kafes ise şehir.
後記
“O zaman kaplanlar toplandılar / Kan ve gözyaşını
paylaştırdılar.”
Pablo Neruda
Kaplan bahsi… William Blake aklımıza ilk gelen
isim. (Aynı bağlamda iki isim daha: Rilke ‘Panter’, Hughes ‘Jaguar’ şiiriyle.
Aynı familyanın şiirleri.) Alfred Bester’ın, ilhamını Blake’ten almış ‘Kaplan!
Kaplan!’ romanı, Apichatpong Weerasethakul’un parçalı-ham hikâyesini orman
mitine sığınarak anlattığı ‘Tropik Hastalık’ (2004) filmi ve ‘Gümrükçü’
Rousseau’nun düşlerle kurulu bir ömrün izlerini yansıtan resimleri de geliyor
aklıma. Levent Yılmaz (LY) ise ‘Kaplan Zamanı ve Geçiş’ kitabıyla katılır bu
kervana. Ve belki aklıma gelmeyen, bilmediğim birkaç şiir, hikâye vs. daha. 1931
Şam doğumlu olan Zekeriya Tâmir de bu familyanın mensuplarından işte. 1981’den
bu yana Londra’da yaşıyor/muş. Sayısı onu geçen dilde okunuyor. ‘Onuncu Günde
Kaplanlar’ kitabı 1978 tarihli ve Türkçede iki farklı çevirisi var. (Öykü
olarak bir de antoloji içinde yer alıyor, eder üç. Demek ki bizimkiyle birlikte
–en az– dört farklı çevirisi var, diyebiliriz!) Türkçe yazın kendisine gereken
ilgiyi göstermiş görünüyor. Demavend Yayınları Halim Öznurhan’ın çevirdiği
üçüncü Tâmir kitabını 2016 Temmuzunda yayımladı. Öyküden herkes kendi payını
çıkaracaktır elbette, benim aklımda uyanan çağrışımlardan biri de Camus’nün
sözü oldu: “İnsan aç kalmayagörsün, inançlarını bile yer.” –Hayvanlar dâhil!
diye eklemekte hiçbir beis yok. O korkunç simetrinin sahibi ölümsüz el –ya da
göz– bizi ihtişamımıza yakışır zaaflarla bezemiş durumda. Handiyse güzelliğimizden
ölüyoruz. Arap Atasözünde dendiği gibi: “Hayvanı öldüren, güzellikti.” Yeter ki
onursuz olmasın… // M. Milât Özçelik
“Birden bir haber yayılır yeryüzünde. Yere serilmiştir
kovalanan kaplan.
Gözyaşları dökülür boşanan yağmurlarca.”
Mao Zedung
Selamun aleykum Büşra hanım, Zekeriyya Tamir'in "Onuncu Günde KaplanlaR" adlı öyküyü çevirmişsiniz. Çeviri ve kültürel çalışmalar alanında doktora yapıyorum. Bu öykü ile ilgili bir çalışma yapmayı planlıyorum. Sizden başka iki hocamız da öykünün çevirisini yapmış. Hocalarım hakkında bilgi edinebiliyorum ancak sizin hakkınızda bir bilgiye ulaşamadım. Çalışmamda çeviri karşılaştırması yapacağım, bir nevi çeviri eleştirisi denebilir. Bu karşılaştırmayı yaparken çeviriyi yapan kişiler hakkında da bilgi vermem gerekiyor. Bu noktada size dair bilge ulaşmam çok önemli. Sizin için de bir sakıncası yoksa eğitim bilgileriniz ve meşgul olduğunuz yani çalışma alanınızla ilgili bilgi verebilir misiniz?
YanıtlaSilİyi çalışmalar
Merhaba.
SilBüşra hanım eşim olur. Ben Milât. Kişisel blogum burası. Arada bir eşimden de katkı istiyorum. Şu mail adresine yazarsanız sorularınız cevap bulur sanırım: mmilatozcelik@gmail.com
Selamlar, saygılar