Ana içeriğe atla

Mitologya ve Alova


FİLEMON İLE BAUKİS

Yamacında Bergama’nın bir ağaç göreceksin
Yarısı çınar, yarısı ıhlamur.
Birlikte ölen göçkün âşıklarmış onlar
Fısıldaşır dururlarmış hâlâ rüzgârda:
Benden önce dökme yapraklarını 

Rakım: 0

Bugünün Türk şiirinde mitolojinin yeri yok. Misal; Oktay Rifat’ın, Melih Cevdet’in yahut mitolojiyi şiire çok daha güzel ‘yediren’ Ahmet Oktay’ın yaslandığı bir dünyanın ne bugünün şairinde ne de okurunda bir karşılığı var. Peki ne oldu? Sanal olanın gerçek olanı bile-isteye perdelediği bir çağda mitoloji niçin yadsındı? Bu soru uzun zamandır zihnimi meşgul ediyor.
Sadece Türk yazını değil, Batı’nın da temel kaynaklarına gönderme yapmaktan ‘sıkıldığını’ görüyoruz. (Yoksa bütün mesele bu mu: sıkılmak?) Bir istisna olarak sinema, fantazya kategorisini hâlâ mitolojiden faydalanarak sürdürüyor. Bu yönüyle mitoloji ile bağını koparmayan tek meslek grubu senaristlerdir diyebiliriz.
İşte, lafı getirmek istediğim yerdeyim: Alova, mitologyanın son neferidir. Onun şiiri ‘çok eski adıyla’ yaşayanların ülkesine bir göndermeler güldestesidir. Geçmişe öykünen ağıtlardır, başta Sapfo olmak üzere, efsaneleşmiş isimler için birer sevi, özlem ve haberci dizeler’idir. Hep deniz seviyesinde yaşamış/söyle(n)miş bir ozanın ruha dokunan şiiri dişil olduğu kadar doğayla eşsesli bir yapıda ilerler. Böylelikle varır, kaybolmak istediği deltaya. Karışır kendi sesiyle, ulu ozanların yelkensiz denizlerine.

----


*
Hiç erkek sesi duymamış bu ada
//
Hiç beşik sesi duymamış bu ada
(Lesbos, Hayal Ada)

*
Gölgesi kendine vuran kuleyim
Nesnesini unutmuş kelime 
(Nergisî - III)

*
Böyle, diyordu, işte böyle
Bir şehrâyin çıkardım
Ben her yalnızlığımdan 
(Onan)

*
Karnın bir körüktür
Günle gece arasında
//
Sen nereye bassan
Yerçekiminin en zayıf noktası
("Yalnız, Eller Değil")

*
Günleri
Yaşam süsü verilmiş bir intihar
(Kaktüs Kadın)

*
Akıyordu tirşe yüreğim
Çivit denizlerine senin
Göz gözü görmez gecede 
(Biblis'ten Kaunos'a)

*
Sokaklarda bir başınaydı o
 /
Yeni yazılmış bir şiirle
Kaybolurdu kokular
Arastalar arasında
(Enkidu)

*
Uzağında tensemelerin
Çalışıyor şair
//
Geçerken Lirik alayları Boğaz’dan
Eşliğinde çamların çaldığı Lir’in
Koymak için yerlerine yeniden
Yitik dizelerini Safo’nun
(Ölümsüz Orfeus)

*
Yanlış bir zamanlamaysa Yaşam
Her zaman yanlış bir anlamaydı Ölüm
(Piramos ile Tisbe)



UTAÇICI - I:
LİDYA KRALI KANDAULES'İN SÖZLERİ

Hatırlıyor musun Göl’de geçen günleri?
Kayıp giden yılanbalıklarını?
Öyle ele geçmez sevişirken ay ışığında.
Gülünce beyaz taylar uyanır uzaklarda
Yürüse, iki pan flüt olur ayakları.
Ner’den bilsin kara budun!
Bir görseler onu Pazaryeri’nde
Bir an, çırılçıplak
Bir gözkapağı gibi
Güneşin mağaralarını açan
Sedef bir şimşek gibi
Bir an, Tiyatro’da.
Kuğulardan bir uçuş olur içimdeki boğa.
Bir görsen, girerken yatağa
Yay gibi gerilir gövdesi
Avının titreyişini taşıyan. 

Hatırlıyor musun
Altın tuttuğumuz postları Irmak’ta?
Öyle parıldar teni yaz ışığında.
Buluşturmak isterdim
Birbirini görmemiş ormanları
Yedi dilli bir tayf olup
Dönsün isterdim başım 
Anlatayım diye
Kraterler açan denizlerini karımın


UTAÇlCl-ll:
KRALİÇENİN İÇİNDEN KONUŞMASI

Ödül mü ceza mı bana bu güzellik? 

Bir tek duruşum olsaydı, bir bakışım
Beyaz bir yontu gibi mermerden
Çevrinen ışıkları altında güneşin
Uçmasaydı saçlarım tanyelinde
Bir tek gülümseyiş olsaydım
Son çekiç sesinden sonsuza
Kırık burnum, kopuk kollarımla
Geçerken önümden kara budunlar
Bilmeden adımı, yitik yontucumu

Devinen bir yontu değil miyim şimdi
Kente giden yolda, Tiyatro’da
Bin bakış, bin fısıltı
Geçerken aklımdan, bacaklarımdan
Bir tek duruş, bakış değil miyim
Tutulmuş ışıkları altında güneşin
Görmeden başka şey, bana tanınmış
Biçimlerden, devinimden
Birden yabancılaşırken tanıdık tepeler
Altın suları kızlığımın?




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka