Ana içeriğe atla

İsa Gelene Kadar Lazzaro


Çöl büyür: vay haline içinde çöl saklayanın...
[Nietzsche]

Mutlu Lazzaro’yu izlerken zihnim parçalara ayrıldı. Ayrılan parçalar birer birer kendi seyri sülûkunu tuttu ve her biri, gövdenin farklı bir dalına tutunarak tamama erdi –yani, umulur ki.

Önce, Bresson’un Balthazar’ını düşündüm. Lazzaro da dedim, Balthazar gibi dünyanın yükünü çekiyor. Ama aynı değil. Çünkü bunun bir ‘sıkıntı’ olduğu izlenimini edinmiyoruz Lazzaro’nun yüz ifadesinden. Hal ve hareketlerinde tefekkürden eser yok: derin bir ‘kabullenmişlik’ her ânına hâkim olmuş, hiç ikiletmeden, bir an bile düşünmeden yapıyor bütün söylenenleri. Markiz (toprak sahibesi) için eşsiz bir köle, örnek bir uşak. Bu hâliyle, dedim, bir Walser karakteri Lazzaro –ve hatta, bizzat Robert Walser. Sonra, o da olmaz dedim, Lazzaro’nun duyguları var, kapıda bırakmamış onları, ‘silbaştan’ dediği eski bir hayatı da yok üstelik. Kendisiyle kafa bulan zengin züppesinin, “babam fırlamanın tekiydi, sen anne ve babanı tanımıyorsan kesin kardeşizdir biz, üvey kardeş…” minvalindeki sözlerine memnuniyetle inanıyor. Faulkner’ın, 33 yaşında olsa bile 3 yaşındaki birinin zekâsına (saflına, pirüpaklığına okuyunuz) sahip Benjy karakteri gibi daha çok. Dostoyevski’nin Budala’sı, Prens Mişkin’den de bu noktada ayrılıyor zaten: kuşkudan eser yok.

 Yaşlısıyla-genciyle 54 kişi. 54 tarım işçisi. Kendileri dışında kalan her şeyden bihaber 54 ‘ölücan’ –Çiçikov bile bu kadarını kaldıramazdı! Bu anaforda çıldırıdan eser yok. Yaşamak denirse buna, bir şekilde yaşayıp gidiyor işte herkes. Markiz’e karşı hiç kapanmayan, eksilmeyen bir borç yüküyle… Ve an geliyor, perde açılıyor ‘dışarının’ Markizleri içeri giriyor. İşçiler zalim Hanım’larından kurtarılacaklardır sonunda ama Lazzaro kayıptır. Bir anda ortadan kaybolmuştur. Kimse kendisine ne olduğunu bilemez. Kafile onsuz devam eder yoluna, yeni hayatlarına... Ve gün gelir, Lazzaro döner.

Dönüşüyle bir azizdir artık –ya da hep öyledir de vakti gelmiştir diyelim. Assisili Françesko gibi, yerlerde bir aziz. Oysa ilâhi armonisine kapılıp yaklaştığı ‘tanrıevi’ bile dışlar onu. Böylece ışık da terk eder ev’i.  Gece vakti, bir zeytin ağacının dibine sığınır ve ağar gözyaşları, göğ’den kök’e doğru…

Halk’a koşar Lazzaro, belki de tebliğe, ‘silahıyla’ düzeltmeğe. Çürüten taraf bir bankadır bu kez –ya da Ezra Pound’un deyişiyle, adı değişse bile özü hep aynı olan UsuraKardeşini üzmüştür Usura. Her şeyini almıştır elinden. Bankaya gitmelidir.
Ve gider.

Önce korkarlar ondan. Söylediklerine anlam veremezler. Ne yapmaya çalıştığını kestiremezler. Silah taşıdığını anladıklarında korku büyür. ‘Silah’ın bir sapan olduğunu anladıklarında ise gereğini yaparlar. Aziz, şimdi yerlerdedir: tekmelenen bedenden akan kan ayakizlerine karışır. Tarih kötüdür, değişmez: hani çoğunluk’a “Barabbas mı Nasıralı İsa mı çarmıha gerilsin?” denmişti de hep bir ağızdan “İsa” sesi yükselmişti kalabalıktan.
İnananlar için bayram hediyesi!

Alice Rohrwacher’ın (bu ismi aklımda tutmak, aklıma yazmak istiyorum) yönettiği İtalya yapımı Mutlu Lazzaro (Lazzaro Felice, 2018) filminin yüzyılın en önemli filmlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Robert Bresson’un Para (L'Argent, 1983) isimli filminin son sahnesinde izleyiciye/topluma attığı ‘tokat’ Mutlu Lazzaro ile meyvesini verdi benim için: çalış, sebat et ve gözyaşı dök.
Dök ki felâha eresin.
–Yani, umulur ki.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so