Ana içeriğe atla

Bu Dünyada Mutlu Olmak ve Christophe Plantin


1520 dolaylarında Saint-Avertin’de (Fransa) doğuyor Plantin. 20’li yaşlarının sonuna geldiğinde Fransa’ya kıyasla insanların dinsel konulara daha açık olduğu ve ekonomik şartların daha çok umut vaat ettiği bir yerde yaşamak istediğinden Benelüks ülkeleri (Almanya ve Fransa arasında bulunan, günümüzdeki Belçika, Hollanda[Nederland] ve Lüksemburg’u kapsayan kıyı bölgesi) olarak adlandırılan bölgedeki Anvers iline yerleşiyor.
Ünlü bir tipograf ve matbaacı (keyfi geldiğinde de şair!) olma yolundaki kariyerine ciltçi ve deri tasarımcısı olarak başlıyor. Süslü deri işleri zenginlerden büyük rağbet görüyor ancak 1555’teki bir olay Plantin’in kariyerinde değişiklik yapmasına yol açıyor: Benelüks ülkelerinin yöneticisi olan İspanya Kralı II. Felipe için ısmarlanan bir deri kutuyu kendi elceğizleriyle götürürken, Anvers’te saldırıya uğruyor. Birkaç sarhoş Plantin’e kılıçla saldırıp omzundan yaralıyorlar. Omzundaki yara iyileşse de Plantin artık ağır iş yapamayacak duruma geliyor, bu nedenle zanaatına son vermek zorunda kalıyor. Sonrasında, bir Anabaptist olan Hendrik Niclaes’in inayetiyle basım işine başlıyor.
Plantin, kurduğu basımevine De Gulden Passer (Altın Pergel) adını veriyor. Markasının sembolü ise, Çalış ve Sebat Et anlamına gelen “Labore et Constantia” yazısını çizen bir altın pergel.
Fikren Protestan Reformcuların yandaşı olsa da başını derde sokmaktan kaçındığı için suya sabuna dokunmadan yaşasa da bunun sonucu olarak “din konusunda belirsiz bir tavır takınmak”la suçlanıyor ve bu tavrı doğrultusunda sapkın kitaplar bastığına dair söylentiler yayıldığı için 1562’de bir yıldan uzun bir süre için Paris’e kaçmak zorunda kalıyor.
1563’te zengin tüccarlarla kurduğu 5 yıllık ortaklık neticesinde kendi basımevinde 260 farklı eser basıyor. Bunlar arasında Kitab-ı Mukaddes’in İbranice, Yunanca ve Latince baskıları ve Hollandaca Katolik Leuven Kitab-ı Mukaddesi’nin güzel desenli baskıları da bulunuyormuş –kaynakların yalancısıyım.
İşte, Christophe Plantin, 34 yılı aşkın bir süre yürüttüğü matbaacılık işini yılda ortalama 55 kitap olmak üzere toplam 1.863 farklı kitap basarak 1 Temmuz 1589’daki ölümüne kadar sürdürüyor. Bunun, bugün bile bağımsız bir basımcı için muazzam bir başarı olduğunu söylemek gerek.

Tabii, basım işindeki hüneriyle değil, şiiriyle dikkatimi çekti Plantin. Bunu da hırsız saksağan gibi öylece paylaşmak yerine, şair hakkında edindiğim bilgileri de blog için derlemek istedim.

 Roland Barthes, Plantin’in aşağıya aldığım ünlü şiiri Le Bonheur de ce monde’u Collèce de France’daki dersini dinleyenlere de okumuş ve şerh etmiştir. Şiiri, Barthes’ın iki ciltlik Romanın Hazırlanışı (Sel Yayınları, 2005) kitabını okurken keşfettim. Nefis bir şey hakikaten! Muska yapıp boyna asılacak cinsten bir şiir. (Bir ara böyle bir diziye başlamak istiyorum: Muskalık Şiirler!Daha çok Christophe Plantin şiirini dilimizde okuyabilmek ümidiyle diyorum… Gören gözler için, bir tanesi, aşağıda.

Bu Dünyada Mutluluk

Kullanışlı, temiz ve güzel bir eve,
Kokulu ağaçlarla kaplı bir bahçeye
Meyvelere, nefis şaraba, sükunete, az sayıda çocuğa
Gürültüsüz patırtısız sadık bir kadına sahip olmak yalnızca,

Ne borç, ne aşk, ne dava, ne kavga,
Ne de aileyle bölüşecek mal mülk
Azla yetinmek, Büyüklerinden hiçbir şey beklememek,
Bütün tasarılarını da adil bir örneğe göre ayarlamak,

Açıkyürekli olmak ve ihtirastan uzak yaşamak,
Kendini tereddütsüz tapınmaya adamak,
Tutkularını terbiye etmek, onlara itaati öğretmek,

şünceyi özgür, yargıyı da güçlü kılmak,
Aşılı ağaçları yetiştirirken tespih elde dua etmek,
Ve evinde yavaş yavaş ölümü beklemek.

Çeviren:
Mehmet Rifat & Sema Rifat




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka