Ana içeriğe atla

Bibliyofil Konuşmaları #6: Güven Turan


Güven TuranTürk kültür hayatı içinde 'yaşayan bir efsane'. Sadık okuru olsun olmasın yazın dünyamızla alakadar hemen herkesin hakkında malumat sahibi olduğu bir isim O.

Kendi adıma, teşbihte hata olmaz, Mevlana’nın Yunus Emre için söylediği rivayet edilen “Hangi makama çıktıysam o Türkmen Kocası’nın ayak izlerini önümde gördüm” sözleri ile bir düşünüyorum Güven Bey'i. Herkesin arkadaşı, büyüğü, hayranlıkla kitaplığından/kütüphanesinden bahsettiği gerçek bir kitap-adam... (Yoksa, Poggio Bracciolini’den Christophe Plantin’e, Ali Kuşçu’dan Katip Çelebi’ye uzanan yolda bir “kitapçıl” mı demeliydim?)

Uzun yazı hayatı içine edebiyatın hemen her türünde eserler vermiş, YKY’de editörlük ve çeşitli idari görevlerde bulunmuş biri olmasının yanında 20 yılı aşkın reklamcılık geçmişine sahip –birçok şairimiz gibi! Şairliği ile eşsesli bir şiir çevirmeni olduğunu düşünüyorum. Şiirlerini dilimize kazandırdığı bazı isimler: Kenneth Rexroth, Miroslav Holub, H. D. [Hilda Doolittle], John Ash, William Carlos Williams, Antonio Cardoso, Richard McKane, Sidney Wade, Louise Glück… (Tek bir kitapçık içinde, birer şiirle bile yer alıyor olsaydı bu isimler, Güven Beyle birlikte oldukça anlamlı ve peşinde koşulası bir güldeste çıkardı ortaya.)

Aşağıda göreceğiniz iki fotoğraf da bu blog’a özel olarak Güven Bey tarafından yollandı. Bibliyofil Konuşmaları’nın bu 6. sayfası için hiçbir şey söylemeden sırf şu iki fotoğrafı kullansaydım bile O’nun ne denli özel, neşesiyle insana teselli veren bir insan olduğunu anlatmama yeterdi diye düşünüyorum. Kendi anlatımıyla:
″Masa başında olanı “büyük çalışma odası”nın dört köşesinden biri. Öteki köşeler daha beter! İkincisi, “küçük çalışma odası”nın fotoğrafı. Efe Murat bu fotoğrafı görünce, “Güven Bey, sahaf dükkanı mı açtınız” dedi. Ayrıca salonun bir duvarı ve koridor da dolu... Delilik işte.″

İtiraf etmem gerekirse fotoğrafları ilk gördüğümde biraz korktum. Hep iyi bir kitapçoksever olma gayreti taşıdım ama bu kadarını göze alabilir miydim?  Aklıma C.M. Dominguez’in “Kağıt Ev” novellasındaki bibliyofil kahramanı Carlos Brauer geldi –teşbihte hata olmaz! Halbuki Güven Beyin resmi bana dostça bakıyordu... Ozandan mülhem; şimdi şafağı arkama alıyorum ve şehir uyanmadan geceye şairin sözleriyle yürüyorum.

M. Milât Özçelik / 20 Ocak ‘20



1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Harçlık almaya ilkokul ikinci sınıfta başladım. Sekiz yaşında falan. Bana hep kitap alındı çocukluğumda. Okumayı da beş yaşında sökmüştüm. Harçlığımla büyük bir olasılıkla kitap değil, dergi almışımdır. 50’li yıllar çocuk dergileri açısından son derece zengindi ve ben birkaç çocuk dergisi birden alıyordum. Kitapları babamla gidip alırdık. İlkokul üçüncü sınıftan sonra kendi kitaplarımı kendim almaya başladım çoğunlukla.

2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Ben her zaman kitaplık demeyi yeğliyorum. Bana göre kütüphane ya Dewey Sistemi’nin tamamını kapsayan ve okurlara açık bir yerdir ya da belli bir çalışma alanını kapsayan bir yerdir: Müzik, sanat, bilim gibi ve gene kamuya açıktır. Kitap sayısı belirlemez kitaplık ve kütüphane ayrımını. Benim kitaplığımsa benim ilgilendiğim sınırlı konuları kapsar: Edebiyat, sanat, felsefe, kültür tarihi, düşünce tarihi…  Bunlara destek tarih, psikoloji ve antropoloji… Biraz da bilim: Fizik, astronomi, jeoloji… Üstelik bunlarda bile sınırlamalar vardır. Ağırlık modernlerdedir… Bundan sonra, ilgi alanımı ancak daraltabilirim, genişletemem, yani tıp, ekonomi, pedagoji falan eklenmeyecek, yani asla “kütüphane” olmayacak kitaplığım.

3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Küçükce bir evde ve bence dar alan(lar)da kitaplarım. Öncelikle İngilizce ve Türkçe ayrımı var. İngilizce kitaplar kitaplığımın sanırım en az % 60’ından fazlasını kapsar. Ben Türkçe yazarım ama asıl ilgi alanım İngiliz ve Amerikan edebiyatları. Kaldı ki ilgilendiğim öteki alanlarda da İngilizce kaynak sayısı Türkçeden çok daha fazla. Sonra beş ana bölüm (iki dil için ayrı ayrı): şiir, anlatı(öykü ve roman), yaşam (mektup, günlük, anı, seyahat, vb) , sanat ve kurmaca dış (deneme, eleştiri, kuram, felsefe, vb).  Bunları da becerebildiğim ölçüde yazar soyadı abc’sine göre düzenlerim… Ama çocukluğumda ben de kitaplarımı yayınevlerine göre düzenlerdim: Varlık, Doğan Kardeş, vb. Orta ikideydim, Mehmet (Arat) dayım, kitapların ilgi/bilgi alanlarına göre düzenlenmesi gereğinden söz etti, bu konuda bir de küçük bir kitapçık verdi. Ben de ondan sonra Dewey Ondalık Sistemi’ni kitaplığımda kabaca uygulamaya başladım. Yerim, yerlerim, el verdiğince de sürdüreceğim.

4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Ben koleksiyoner değilim. Kitap benim için okumak içindir. Çok eskiden, fotokopilerin olmadığı dönemde, elle kopyaladığım bile olmuştu bir kitabı. Mezatlara hiç girmem. Evet, Internet çağından beri daha rahat ulaşıyorum aradığım bir kitaba. Aradığım kitapsa sadece ama sadece üzerine çalıştığım (bu yazdığım anlamını taşımaz) konuyla ilgili bir kitaptır. Yani benim kitapla ilgim fetişist bir ilgi değil. Öyle öyküm falan da yok. Gene de rüyalarımda kitabevleri, kütüphaneler çok görürüm. En sevdiğim rüyalardır bunlar. Bir keresinde rüyamda gördüğüm bir kitabı (Eski Hint destanları ile ilgili bir kitaptı, inanılmaz bir canlılıkla bugün bile gözümün önünde o kitap) uzun süre aradım… Şimdi bile,  zaman zaman, ABE Books’da arıyorum… Düş Günler’deki “Ex Libris” adlı öyküm böyle bir düşten yola çıkmıştı…

5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri.
Çok ama gerçekten çok sevdiğim şair ve yazarların bütün eserlerini okurum ve bulundururum. Seri (edisyon) peşinde koşmam. Bir yazarın cep kitabıyla ciltli kitabı, “a” baskısıyla “b”  baskısı hatta fotokopisi pekala yan yana durur. Dedim ya, yayınevi izlemem. Kapanmış yayınevi fazla umurumda değildir iş ki aradığım kitaba ulaşabileyim. (Yayınevlerinin ve kitabevlerinin kapanışları beni çok üzer, o da ayrı konu).

6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Sorularınız içinde beni en çok zorlayan bu. Ben aslına bakarsanız yazarı da önemsemem. En usta bir yazar bile berbat bir “şey” yazabilir. O “şey” için berbat, rezalet derim hiç gocunmadan. Faulkner benim en sevdiğim yazarlardan biridir ama son iki romanı berbattı! Hayır, sanırım öyle ortak kitabım falan yok. Hesse abartmış: Walser’i yüz bin kişi okusa dünya daha güzel olmazdı bence, tehlikeli bir şekilde depresif olurdu! Abartmayalım: Toplama kamplarındaki SS’ler Goethe okumuşlardı, Schiller okumuşlardı…  Kitabın, biz neysek, bize etkisi de o olur. Platon okumak, bir hödüğü adam etmez.

7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Evde bu kitaplardan bir hayli var. Kimisi sırasını bekliyor, kimi benim eşref saatimi. Bazıları da zaten belirli amaçlar için varlar, gerektiğinde açılıp gerekli yerleri okunuyor. Ama kitaplığıma giren her kitap alındığında uzun uzun orasından burasından “gagalanmış”, “didilmiş” ve içeriği hafızaya alınmıştır tarafımdan.

8.
Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
“Bunların hepsini okumadım ama bir bu kadarını kütüphanelerde okumuşumdur,” diyorum. Doğru bu: Yıllarca kütüphane kurdu oldum. Özellikle okuduğum okulların kütüphanelerinin, Ankara ve İstanbul’daki İngiliz ve Amerikan Kütüphaneleri’nin devamlı okuruydum. Bir de ilkokul ikiden başlayarak taa 60’ların sonlarına kadar Samsun Gazi Kütüphanesi’nin önce çocuk sonra büyük bölümlerini A’dan Z’ye kemirmişimdir. Çok iyi bir kütüphaneydi. Tez hazırlayan bir iki üniversiteli dışında (iyi bir yazma eserler koleksiyonu olduğunu sonradan duymuştum) kimse olmazdı. Kütüphanecilerin bile kitaplardan haberleri yoktu ki, 1960 yılında Nazım Hikmet’in hapse girmeden önce yayımlanmış bütün kitaplarının olduğunu görünce gözlerime inanamamış ve hepsini okumuştum… Çok sevdiklerimi de elle kopyalamıştım!

9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Pek çok var. Iskalanmaktan öte değeri tam kestirilmemişler var: Ercüment Behzat Lav örneğin. Sabahattin Kudret Aksal… Unutulanlar var: Saadet Timur, örneğin. 50’lerin bence en iyi öykücülerinden biri. Adı hiç anılmaz… Daha çok ad verebilirim. Yabancılar arasından da verebilirim. Bunlardan biri İngiliz kurmaca yazarı Ann Quin’di. Uzun bir süre hiçbir kitabının baskısı yoktu,  birkaç ay önce birden keşif ettiler! Son otuz yılda bizde ve İngiltere’yle Amerika’da “sıradan” iyiyi bile kovuyor sürekli olarak.

10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Yukarıdaki gibi “yerli” istiyorsanız, veremem. Benim için yerli yabancı ayrımı yoktur edebiyatta ve sanatta. Yerlilere özel, yabancıya özel ölçütlerim de yok. Her hangi bir liste vermek de anlayışıma aykırı. Ben liste yapmam. “En sevdiğim bilmem kaç şu bu” listelerim yoktur. Yazarlar, kitaplar, filmler ya da sanatçılar havama göre sürekli yer değiştirir. Onun için gelin bu soruyu atlayalım!

GÜVEN TURAN



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka