Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dada Çerkeş'te

  Yalnızca bizde yazılanlara mâlediliyor olsa da anı kitaplarının doğasında olduğunu düşündüğüm bir yaklaşım var: çoğunlukla, ya bir şeyleri örtmek/yok saymak ya birilerinden intikam almak ya da hakikati ortaya çıkarmak gibi büyük ve belki de anlamsız iddialarla yazılıyorlar. Anı kitapları ile günceler hangi noktada, ne oranda birbirlerinden ayrılır ve ne oranda ayrışabilirler bu ayrı bir tartışmanın konusu. Böyle de olsa, anı kitapları ve günceleri şiire en yakın tür olarak görüyorum. (Baudelaire’in güncesine düştüğü alt başlığın  “Apaçık Yüreğim”  olması boşuna değil.) Bu şiirin en saf biçimini, ‘sıradan’ ya da ‘kendi halinde’ diyebileceğimiz, yazdıklarına büyük anlamlar yüklemeden, biraz da Henri Frédéric Amiel gibi kendiyle konuşmak, kendini tanıma ve anlama ihtiyacı ile yazılanlarda bulmak daha olası diye düşünüyorum. Öte yandan yetkin bir anı kitabının ‘özden’ güncelere ihtiyaç duyduğu da çok açık. Svetlana Aleksiyeviç ya da Patti Smith’in kitapları bunun güzel örneklerinden.   P

Tutulma

11 yaşındaydım. O gün, Harput eteklerinde olan evimizden bir başıma kaçıp –dedemin deyişiyle– 'yukarı şehir'e gittim. Tıpkı türküde söylendiği gibi: "Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna..."   Ama araçların geçtiği yoldan değil, daha hızlı varmak adına keçi gibi patikaları tırmandım... Bu yaptığımla bizimkileri çok endişelendirdim tabii. Mahalledeki herkes panik halindeydi çünkü. İmamın gazına gelip bunun bir çeşit 'küçük kıyamet' olduğuna inanmışlardı. Bütün akranlarımın eve tıkılıp kaldığından emindim, bir ben kaçabilmiştim.   Harput'a çıkarken bir ara yoruldum ve yüzüm yola dönük oturdum. Araçlar, otobüsler birbiri ardına geçiyorlardı. Çocukluğumun en unutulmaz anlarından birini de o an yaşadım: içi çekik gözlü insanlarla dolu bir otobüsten beni fark ettiler. Hepsi Jackie Chan’e benzeyen bu güzel insanlara en içten duygularımla el salladım. O an, herkes bana döndü ve ağır ağır yokuşu çıkan otobüsün içinden üst üste fotoğraflarımı çekmeye başladılar. Onlarca

Metin Erksan’ın TRT Filmleri ve Türk Sineması İçin Küçük Bir Hayal

    Bilgisayarımın masaüstünde, sağ üst köşede bir Word dosyası Ekim 2018’den bu yana natamam duruyor. (Neredeyse 2 buçuk yıl geçmiş.) Şimdi o dosyanın içindeyim ve bu yazıyı okuduğuna göre başladığım işi -istediğim oylumda olmasa bile, ki bu hiçbir zaman mümkün değil,- nihayet bitirebildim…   TRT-2’nin yeniden açılacağı haberleri gelmeye başlamıştı. Evimde TV filan yok açıkçası ama haberin yarattığı heyecanla aklıma bir proje fikri geldi: Hani, diyecektim, Polonya Devlet Televizyonu TVP’nin Krzysztof Kieslowski ’ye sipariş ettiği iş sayesinde bugün  Dekalog  gibi 10 parçalı bir - Kubrick ’in deyişiyle-  tek başyapıt  var elimizde. TRT’den de birileri çıksa ve böylesi hayırlı bir işe sebep olsalar güzel olmaz mıydı? Bunu da tek bir kişiye sipariş etmeseler ve  auteur  kabul edilen yönetmenlerimize kendi seçecekleri bir öyküyü, tıpkı Dekalog’lar gibi orta metrajlı çekip TRT-2’den yayınlasalar… (Türk edebiyatından olması koşuluyla tabii. Hatırlayanlar olacaktır, bir ara bu ülkede, yine b

Jude

  “Her neyse, bütün bunları bir araya toplayınca kendisinin din adamı olamayacak kadar ihtiraslı bir insan olduğunu anlıyordu. Hayatı boyunca bedeniyle ruhu arasında zorlu bir savaş olacaktı; şimdilik umabileceği en iyi şey, ruhunun tarafını tutmak olabilirdi.”

3 Film: Güvercin Hırsızları, Görülmüştür ve Borç

    Osman Nail Doğan'ın Güvercin Hırsızları ’na (2018) dair bir Bressonzede olarak söyleyeceklerim var. Bir kişi dışında (o da süper aktör Gökhan Yıkılkan!) tamamı 'amatör oyuncular'dan (ya da Bresson'un deyişiyle 'modellerden') oluşan bir kadro kurmuş yönetmen. İsmail (adıyla müsemma bir kurban ) isimli küçük çocuğun yüzünü ne zaman perdede görsem ilahi bir mesajla karşılaşmış gibi yerimden doğrulmak isteği duydum! Tarifi güç bir deneyimdi benim için; bir yüze ne kadar uzun bakılabilirse o kadar uzun bakma isteği… Handiyse Zeki Demirkubuz'un Bozkır (2019) filminde yaşadığını söylediği ile aynı: biraz daha sürse, Çehov'un dediği gibi, neredeyse neden yaşadığımı anlayacaktım. (Benimki şaka değil ama Demirkubuz film kamusundan intikam almak amacıyla Bozkır’a bu denli abandı! Kesinlikle büyük bir şakaydı yaptığı ama buna ne kadar gülebiliriz?) Osman Nail Doğan'ın yakın geleceğin en büyük yönetmenlerinden biri olacağını düşünüyordum ama o gidip ahmaklar

Plath

Yıllar sonra ikinci deneyişim ama olmuyor: onca propagandaya rağmen  Sylvia Plath 'in iyi bir şair olduğuna ikna olamıyorum... Şiiriyle değilse, bu bilinirliğin sebebi, başka ne olabilir: eskilerin deyişiyle, 'gün yüzü görmeden' geçen kısacık bir hayata –ve elbette empatinin katalizörü tatlı, sarışın, güzel bir yüze– yönelik merhametle karışık saygı mı?   Olsa olsa yüksek eğitimiyle hak ettiği 'dikkat', savaş sonrası İngiliz şiirinin iki dev(şair)inden biri olan  Ted Hughes 'un ‘eşi’ olmasından ziyade, bir şair olarak Hughes'un gölgesinde kalmış olmanın, bir 'ünlem işareti' olmaktan öteye geçememenin, feminist söylem üzerinden süregelen intikamı mı? Üstelik,  kendisine ait bir odası  olduğu halde?   “... Sonra uzun bir şiir Okudun kara bir panterle ilgili Ben seni tutup öperken ve önlemeye çalışırken Odanın içinde uçmaya başlamanı. Gene de Kalmayı reddettin.” (Ted Hughes,  Doğumgünü Mektupları  - Rugby Sokağı, No. 18, YKY.)  

Şeyh Pir

“ Yakınlarda Rusya’ya gittim, bir topluluk esnasında biri kalkıp şöyle dedi:  — Biz burada hepimiz Shakespeare’in Özbekistanlı olduğunu biliriz, çünkü 'Şeyh' (Sheik) ismi Arapça bir terimdir ve ‘pir’ de bilge kişi anlamına gelir, dolayısıyla ‘Shakespeare’, Katoliklerin zulüm gördüğü Protestan bir ülkede yaşayan bir Gizli-Müslüman olduğunu herkese ilan eden şifreli bir isimdir. Bir kez daha, Shakespeare muammasını çözmemize yarar mı bu? Çehov Çek miydi? İngiltere’de uzun süre geçerliliğini korumuş snop ve ırkçı bir başka görüş daha vardı, buna göre Shakespeare kırsal kesimden gelip mahalle mektebine giden yoksul bir çocuk olduğu için, oyunlarının ortaya koyduğu eğitim düzeyine erişme olanağı yoktu. Aslında ilk oyununu yazdığında yaklaşık yirmi sekiz yaşında olduğunu sanıyorum. Yirmi-yirmi bir yaşında film çekmeye başlayan bugünün gençlerini, onların sözcükleri, izlenimleri hazmetme yetilerini düşünürseniz, sonra Shakespeare’in dünyanın dört bir yanından insanların gelip geçtiği

Oğuz Baykara

Coleridge'in Yaşlı Gemici/Denizci 'sini Şavkar Altınel 'den, Wilde'ın Reading –Zindanı- Baladı 'nı Özdemir Asaf 'tan, Poe'nun Kuzgun 'unu ise Ülkü Tamer 'den okumuştum.   Hepsi de çok sevdiğim metinler, hepsine ilişkin ayrı ayrı anılarım var... Japon kültürü ve tarihi üzerine yaptığı sıkı çalışmalarıyla bildiğim Oğuz Baykara , "çok doğuya giden batıya düşer" (Ece Ayhan'a kalırsa tersi de geçerlidir bunun!) sözünü doğrularcasına Batı kültürünün üç büyük şairi/metni ile çıktı karşımıza. Çeviri ile olan bağımı bilen bilir; tavrım şöyle: yetkinliğinden şüphe etmediğimiz bir isim söz konusu ise, en iyi çeviri son çeviridir!   Buna Everest'in özenli edisyonları da eklenince, geleceğe kalacağına inandığım bir iş çıkmış ortaya. Okuru nitelikli olsun!  

Aç Sınıfın Laneti

  "Buldozerler gelip avokado ağaçlarını yerle bir edecek. Dev çelik toplar duvarları yıkacak. Ellerinde ozalit planlarla dolaşan, kolları sıvalı ustabaşları gelecek. Dönümlerce araziyi çelikten çatı tabanları kaplayacak. Çimento yığınları. Prefabrike duvarlar. Zombi mimarisi. Gözle görünmeyen zombilerin sahip olduğu. Bütün öteki zombilerin rahatı için zombilerin inşa ettiği. Bir zombi kenti kurulacak. Burada hem de. Tam bizim şimdi yaşadığımız yerde." (Sam Shepard, Aç Sınıfın Laneti)   Yıllardır ertelediğim bir kitaptı Aç Sınıfın Laneti . Nihayet okudum. Amma da sert kitapmış!.. Oyunun adından hareketle 'toplumcu' bir zırvalık diye düşünürdüm hep, neyse ki öyle çıkmadı. Bir aile dramı. Ibsenci nahifliğin içine tükürecek cinsten hem de... Oyunculuğu ile bildiğim Sam Shepard (1943-2017) yazar olarak da çok kıyak adammış.   P.S.: Remzi'nin Çilek Serisini çok seviyorum. Murathan Mungan yönetiminde hazırlanmıştır ve enfes kitapları barındırır. "Aç Sınıfın Laneti&q