Enis Batur'a saygılarımla
Kentin en kalabalık caddesinde,
hayretle yürüyorken, karşıdan, siyaha bulanmış (dudakları siyah gözleri siyah
yürüyüşü siyah) bir kadının ona doğru tarifi zor bir hayranlıkla baktığını fark
etti.
Tam yanından geçip gidiyor, görüş
alanından çıkıyordu ki, ani olan her şeye verdiği o mahcup tepkiyi bir refleks
gibi tekrarladı ve tüm utangaçlığıyla başını hafifçe öne eğerek dişlerini
göstermeden gülümsedi.
(Böylesi bir gülümsemede
peygamberî bir ihtişam bulurdu, hep.)
Kadının bunu görmemesi mümkün
değildi… Birkaç adım sonra döndü ve adamın önünü kesti. Karşısına dikilip
kısa bir süre öylece baktı.
İlkinde anlam veremediği gizemin
aksine, bu kez tedirgin bir yüzü okuyordu.
Aynı ruh hâline kendisini de
hapsetmekten korkup –bir an– “bir şeyler içelim mi, oturup, yani vaktin varsa
eğer” deyiverdi.
Damarlarında, tanımadığı
kanırtıcı bir sıvının süratle gezindiğini hissediyordu ki, adamın aynı ürkmüş
ifadeyle başını “evet” anlamında oynattığını gördü.
Hiç konuşmadan ve omuzlarının
temasından kaçınarak en yakın sokağa saptılar.
Adam, yarım adım farkla izliyordu
kadını. (Bu ne anlama geliyordu?)
Kimsenin özel
şeyler konuşmak
gibi bir derdinin olmadığı intibaı uyandıran içiçe geçmiş masalar… İnsan böyle
bir cafede
tüm müşterilerin akraba olduğunu düşünmeden edemiyordu. (Mesafe… Mesafe…)
“Sütlü çay” diye cevapladı
garsonu kadın. Rahattı! Kadının yüzüne, kendisine yönelttiği çıkışı güç bir
soruya en uygun cevabı arar gibi baktı, baktı… Garson –böylesi şeylere alışık;
belki de!– elindeki küçük defterle bekliyordu. “Ben de, yani aynısından” dedi
adam.
Ses. Bu ilk sedasıydı beden
kılıfı içindeki hayranlık uyandıran ruhun. İşte. (Tarih, önceden beri; sözden
ve yazıdan da önce bu ürpertiye aşina olmalıydı.)
İlk kez duyduğu bu tok seste
ağır bir yabancılık sezdi.
Siparişleri gelinceye değin
konuşmadılar.
“Hayır; yanlış olan birşey yok,
yanlış birşey yapmadım ben, hayır…”
“Şey” diye başlayan kararsız bir
cümle kadının gözlerindeki ışığı büyüttü.
“Sana çok sevdiğim ve daha çok
sevmediğim şeylerden bahsetmemi ister misin?”
Gülümsüyorlardı.
Adam anlatmaya başladı:
“Kitapları seviyorum. Hepsi bu.” dedi. Sustu.
O ilk sesin eşya üzerinde
yarattığı şaşkınlığa benzer bir şaşkınlık ve biçim verme girişimden hemen
sonra, “bu sözü biliyorum; bu sözü biliyorum ben” diye mırıldanır gibi, oldu.
Bu kez daha yüksek ve neredeyse
mütehakkim bir sesle: “Ben de aynı soruyu cevaplamak istiyorum!''
Bekliyordu.
Neredeyse ağlamaklı ve korkuyor
olduğu açık bir ses, bu kez: “Kitapları seviyorum. Ve dahası da var.”
Bir ömür bekleyebilirlerdi orada.
Carlos
Masberger, 1931.
|
Yorumlar
Yorum Gönder