Oza
şiirinin tamamı Molodaya gvardia isimli derginin 10. sayısında (1964), bazı
bölümleriyse 31 Ekim 1964 tarihli Literaturnaya gazeta nam mecrada
neşredilmiş. Akhillesovo Jardin’de yayımlanan metinse şiirin, şiir
günlerinde okunan biçimleri gibi farklıdır.
Literaturnaya
gazeta’ya için Voznesenski şu notu eklemiş:
“ 'Oza’
bir otel odasında birinin unuttuğu bir günlük biçiminde yazıldı. Oza kadın
kahramanın adıdır.
Şiirin içinde düzyazı bölümler vardır,
düzyazı bölümlerde insana düşman, ruhsuz ‘programlı hayvanlar’ anlatılır.
Sanatta kötülük genelde hayalet
görüntülere özgü bir biçim alagelmiştir. Ben de bu geleneğe sadık kalmaya
çalıştım. Ana izleğin arasına bir fizikçinin, bir tarihçinin, bir kuzgunun, bir
şairin monologlarını serpiştirdim.”
Kitap
14 bölümden oluşuyor. Aşağıda okuyacağınız VI. bölüm Poe’nun “Kuzgun”
şiirinin (daha aşağıya da onu aldım, en güzelçevirisini[n]) bir gülünçlemesi/parodisi.
Okunduğunda anlaşılacağı üzere şair ile onun öteki beni arasında geçen bir
diyalog biçimindedir.
“Haydi canım sen de!”
(“Ha siktir” anlamına gelen Rusça) ‘na huya’
deyiminin basılı metinlerde kullanılan hafifletilmiş hali ‘na figa’nın karşılığıdır. Bunu bilmek kaçınızın işine yarar
bilemiyorum ama bilgi bilgidir, dursun.
Özdemir İnce
şöyle diyor kitap için yazdığı Önsöz’de;
“Oza,
iç içe geçmiş sırılsıklam bir aşk şiiridir. Mayakovski’den sonra Rus şiirinin
biçimsel sınırlarını kıran devrimci bir şiirdir. Önem ve büyüklüğünü anlatmak
için, bu iki cümle bile yeter!”
Daha
fazla konuşmuyorum. Okuyorsunuz…
---0---
VI.
Kasvetli bir gece yarısı, denizin en çok çekildiği
anda, bitkin ve bezgin bir halde,
Oza üzerine, yaratmanın sayısız görkemi üzerine bir
konuşma yaptım dostlarıma.
Birden bir kuzgun çıkageldi, kesti konuşmayı yarıda;
Korku veren kara gözleri parıldarken,
Dedi kuzgun, “Haydi canım
sen de!”
“Kuş!” diye bağırdım. “Kederlendiriyor beni, senin
insan olmadığını görmek
Dünyayı ikiye bölmemize yardım edecek... bu mutlu işte
bize katılacak bir insan.”
Dedi kuzgun, “Haydi canım
sen de!”
“Düşün bir neler olamazdın, büyük danışman, makinalar
tanrısı, deneyci,
Bronz içinde yaşıyacaktın, ey dünyaca ünlü büyük
mucit... Ne şans, ne mucize!”
Dedi kuzgun, “Haydi canım
sen de!”
“Büyük makinalar yaparak kuracaktın ve işletecektin
demokrasiyi,
Kurtulunca o işe yaramaz krallar, kraliçeler
dünyasından... bütün bu bokluklardan hem de.”
Dedi kuzgun, “Haydi canım
sen de!”
“Ya da,” dedim ben, “Bir gün bir kulüben olurdu
uzaklarda
Bir kız o canım parmak uçlarıyla dudaklarına kirazlar
koyardı,
Öylesine uzak bir kulübe ki, tek bir övgü sözcüğü ya
da suçlama duymazdın orada... ”
Dedi kuzgun, “budala olma, tutsak sensin, bugüne kadar
tutsak diye bir şey olmuşsa;
Özgürsün ama ne kadar özgürmüş gibi görünsen de yok
özgürlüğün;
Deli gibi sürüyorsun direksiyonu olmayan bir arabayı.
Oza, Rosa, ya da kim bilir hangi orospu
– bu dönüşümler ne can
sıkıcı.
Er ya da geç gübre
olacaklar...
Hayat kısa, öyleyse haydi canım sen de!”
Nasıl anlatmalı şu iğrenç şom ağızlıya
Sadece şom ağızlılık etmek için gelmediğimizi buraya,
Dokunmak için geldiğimizi, yaşayanlara özgü dilimizle
Şaşılası dudaklara, duru, soğuk derelere?
Büyük bir mucizedir yaşamak,
Nasıl tartışmalı bunu hiç yaşamayacak olanlarla?
Belki tartışabilir insan, ama haydi canım sen de!
(Andrey
Vozneseski, Oza, s. 36, çev. Ülker İnce, Ve Yayınevi, 2017.)
KUZGUN
Ortasında
bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O
acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse
uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen
biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"Bir
ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
Başka kim gelir bu
zaman?"
Ah,
hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu
döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın
istedim şafak çaresini arayarak
Bana
kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
Meleklerin
çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
Adı artık anılmayan.
İpekli,
kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara
saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın
diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"Bir
ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş
bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu
zaman?"
Kan
geldi yüzüme birden daha fazla
çekinmeden
"Özür
diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış,
rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle
yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız
karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.
Gözlerimi
karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık
ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik
durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla
bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
Sonra
yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
Yalnız bu sözdü duyulan.
Duydum
vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde
yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip
dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip
bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın
da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
Başkası değil
rüzgârdan..."
Çırpınarak
girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne
kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana
aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü
kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu
Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.
Gururlu,
sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir
belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"Gerçi
yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
Gelmekten,
kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle,
nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir
zaman."
Sözümü
anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir
şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz
bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında
böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle
heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
Adı "Hiçbir zaman" olan.
Durgun
büstte otururken içini dökmüştü birden
O
kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü
bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu,
sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım
gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir
zaman."
Birdenbire
irkilip de o bozulan sessizlikte
"Anlaşılıyor
ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
İnsaf
bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana
bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına
yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
Hiç -ama hiç- hiçbir
zaman."
Çekip
gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir
koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra
gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra
Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne
demek istediğini böyle kulağımda kalan.
Çatlak çatlak:
"Hiçbir zaman."
Oturup
düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli
gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup
o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife
kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri
Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
Değmeyecek hiçbir zaman!
Sanki
ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek
geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"Aptal,"
dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini
yollamış kurtul diye o anıdan;
İç
bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir
zaman."
"Geldin
bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey
kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu
çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların
hortladığı evimde, n'olur anlatsan
Acılarımın
ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir
zaman."
"Şu
yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey
kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt
biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak
o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O
sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."
Kalkıp
haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara
dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra
bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma
yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden
çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir
zaman."
Oda
kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
Oturmakta,
oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal
kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken
yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O
gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak - hiçbir
zaman!
Edgar Allan POE
Çeviri:
Ülkü
TAMER
Yorumlar
Yorum Gönder