Etel Adnan
|
Muallakat (muallakāt), câhiliye döneminde yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonuna verilen addır. (Hangi şairlerin şiirlerinin bu derlemeye dâhil edildiği ve sayılarının kaç olduğu konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.)
Sözlükte, “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir
şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek” anlamındaki alak (alâka) kökünden
türeyen muallaka kelimesinin çoğulu olan muallakat “beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan, sergilenen
şiirler” demektir.
Rivayete göre muallakat, câhiliye
devri Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda
düzenlenen şiir yarışmalarında eleştiri süzgecinden geçerek seçilmiş, keten
bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp Kâbe’nin duvarına
asılmıştır.
Muallakat şairlerinin en
eskisi, milâdî VI. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul edilen İmruülkays b. Hucr’dur. Diğerleri bu
asrın ikinci yarısında hayat sürmüştür. Bunlardan sadece Lebîd b. Rebîa müslüman olmuş ve İslâm devrinde de uzun müddet
yaşamıştır.
Muallakat tamamıyla klasik
kaside tarzında nazmedilmiştir. Altmış ile yüz beyit arasında değişen
kasidelerin özelliği bütün beyitlerinde aynı kafiyenin tekrar edilmesidir.
Muallakat'ın tam metin olarak
Türkçe’ye tercümesi ilk defa Mehmed
Şerefettin Yaltkaya tarafından gerçekleştirilmiştir (Yedi Askı, İstanbul 1943, 1985, 1989). İsmet Zeki Eyuboğlu (Yedi
Askı, Arap Şiirinin İlk Parlak Dönemi, İstanbul 1985), Nurettin Ceviz - Kenan Demirayak - Nevzat H. Yanık (Yedi Askı, Arap
Edebiyatının Harikaları, İstanbul, 2010) ve Sadık Yalsızuçanlar da (Muallakât-ı Seb’a-Yedi Askı, İstanbul
1998) muallakatı tam olarak nazmen
Türkçe’ye çevirmişlerdir. (Şemseddin
Sâmi’nin el-Muallakatü’s-seb‘
adlı çevirisi ise henüz basılmamıştır.) Muallakatın Türkçe’ye yapılmış kısmî
tercümeleri de bulunmaktadır.
Buraya kadarlık bölümünü
İslâm Ansiklopedisi’nden (yazan: Süleyman Tülücü) ve Şerafettin Yaltkaya’nın
konuya ilişkin metninden faydalanarak hazırladığım yazıyı, Yedi Askı şairlerini tanıtarak ve
şiirlerinden tanıtıcı küçük birer alıntı paylaşarak sürdürmek
istiyorum.
***
İmriülkays (520-565)
[İMRUÜLKAYS b. HUCR]
Yemen, Hadramut ülkelerini yöneten Kinde emirlerinden
Hâris oğlu Hucr’un oğlu olan İmriülkays (İslâm
Ansiklopedisi’nde ‘İmruülkays’) 520’de Necit’te doğmuştur. (Bazı kaynaklarda doğum tarihi 501, ölüm tarihi ise
540 alarak geçmektedir.) Asıl adının Hunduc, Adî veya Müleyke olduğu
kaydedilmektedir. İmriülkays onun lakabı olup “şiddet adamı, Tanrı Kays’ın kulu, Kaysoğulları kabilesinden bir kişi”
anlamlarına gelir.
Erken yaşta
şiir söylemeye başlayan İmriülkays’ı, babası, şiir yazmanın emirlere yakışmadığını ileri
sürerek yanından uzaklaştırır. Dayısı Mühelhil şiiri seven biri olduğundan
yeğenini yanına alır, yetişmesine yardımcı olur. O çağlarda Arap kabilelerinde
soylu kimselerin şiirle uğraşması, özellikle emir çocuklarının şiire ilgi
duyması utanılacak, yakışıksız bir olay sayılırmış. İmriülkays, dayısının
yanında bulunduğu sürece kendisi gibi şiir söyleyen arkadaşlar edinmiş, onlarla
gezilere katılmış, toplantılar, şiirli söyleşmeler düzenlemiş. Avlanmak, işret meclislerinde bulunmak, güzel sesli cariyelerin
okudukları şiirleri dinlemek, gününü gün etmek, yaşamın tadını çıkarmak gibi
işlerden başka kaygısı, uğraşı olmayan genç İmriülkays’ın şiir gücünü, ozanlık
yeteneğini bu toplantıların geliştirdiği söylenir.
İlk şiirlerini
bu eğlenceli yaşama ortamında söyleyen ozanın, beklenmedik bir dönemde,
babasının öldürülmesi üzerine emir olduğu, kabilenin yönetimini eline aldığı
bilinir. Babasının öldürüldüğünü duyunca en az yüz kişi öldürmeden, yüz kişiyi
de tutsak etmeden kılıcı elinden bırakmayacağı üzerine and içer. (İmruülkays’ın
bu kararını öğrenen Esedoğulları bir barış heyeti gönderir, fakat İmruülkays
onları devrin intikam alâmeti olan siyah sarıkla karşılar.)
Sonrasında bu andı yerine getirerek babasının öcünü aldığını yazıyor tarih
kitapları. Ancak düşmanları yeniden ona karşı birleşmiş, yapılan savaşta
İmriülkays’ın ordusu gerileyince Bizans İmparatoru Justinianus’a
[Iustinianos] (483-565) başvurduğu, Bizans’a gelerek onunla konuştuğu söylenir.
Oysa onun ardından İstanbul’a gelen düşmanı Tamah, İmparator’a İmriülkays’ın
çok çapkın bir ozan olduğunu, İmparator’un kızını bile baştan çıkardığını
söyler. Bunun üzerine İmparator da ona zehirli bir giysi bağışlar-hediye eder.
Bu giysiyi giyen ozan dönüş yolundayken Ankara yakınlarında ölür
(565).
Hz. Muhammed’in (salât ve
selâm O’nun üzerine olsun)
İmriülkays’ın
şairliğini takdir edip onun şairlerin
öncüsü ve bayraktarı olduğunu söylemesi, Hz. Ali’nin de şiirlerini beğenip övmesi şöhretini daha da
arttırmıştır.
İmriülkays’ın şöhreti Basralı âlimlerin onu klasik
kasideye ilk şeklini veren, kasideyi ilk uzatan, sevgilisinin göç ettiği
yerlerde durup ağlayarak hissiyatını dile getiren ilk şair olarak
nitelemelerinden kaynaklanmış olmalıdır. Ozan, yapıtlarında öylesine açık
konuşur ki sevgililerin adlarını dahi açıklamaktan, onlarla buluştuğu yerleri
söylemekten kaçınmaz. Şiirindeki etkinliğin nedenlerinden biri de budur.1
Analım, ağlayalım, sevgiliyi, yurdunu,
Durun Sıktıllıva’da
Dahul’den
Havmel’e, Tudıh’tan
Mikrat’a uzayan yerde.
Ordadır güney
yellerinin kumlarla örtüp
Kuzey yellerinin açtığı izler.
O kırlarda, o sulak
yaylımlardadır daha
Karabiber gibi
gübreleri ak geyiklerin.
Arkadaşlar bağlarken yüklerini ben ağlardım
Dikenler arasında,
durdurur da bineklerini
Ağlama, kendine gel derdi bana yoldaşlarım.
Ağlamaktır ilacım, var mı başka bir yer
Ağlayıp inleyecek, bu silik izler üzerinde,
Eski sevgililer
yolunda, Mesel dağında
Ümmülveyris’e, komşusu Ümmürrebab’a?
Şöyle bir kalkınca o çifte sevgili, karanfil
Gibi misk kokuları
gelirdi rüzgârla.
Öyle boşanmıştı ki gözyaşlarım göğsüme
Islanmış kılıcımın sırımı bile.
(...)
(Anonim)
|
*
Tarafe (539-564)
[TARAFE b. ABD]
Tarafe, Yedi Askı ozanlarının en
genci, en güçlüsü, ünü Araplar arasında en yaygını, etkisi en uzun sürenidir.
539’da doğmuş 564’te öldürülmüştür. Bu kısa yaşamına karşılık şiirdeki gücü,
söyleyişindeki özellik onun Arap ozanlarının en büyükleri arasında anılmasına
yetmiştir. Asıl adı Amr olup Tarafe (tarfe, “ılgın”)
lakabıdır. Bazı kaynaklarda yirmi altı veya yirmi yaşında öldürüldüğü için “İbnü’l-işrîn” olarak da anılır.
Tarafe’nin öldürülmesi, emir Amr’ın düzenlediği bir toplantıda geçen bir
olaya bağlanır. Çok genç yaşta şiirleriyle ün sağlayan Tarafe’yi, hükümdar, sarayında düzenlenen içki şölenine çağırır. Tarafe bir yakını, kimine göre dayısı
ile toplantıya katılır, içilip sarhoş olunduğu bir sırada hükümdarın güzel
kızkardeşi şöyle bir görünür, Tarafe de ona anlamlı anlamlı bakar, sonra da
güzel bir beyit okur. Buna aşırı ölçüde kızan hükümdar ozana dik dik bakmakla
yetinir, oysa ozan aldırmaz bile.
Başka bir toplantıda, bu olayın etkisi altında kaldığından olsa gerek,
hükümdarı yerici nitelikte şiirler söyler Tarafe. Emir Amr düşünür taşınır,
ozanı açıkça öldürtmekten çekinir. Bunun üzerine mükâfatlandırılacakları
vaadiyle bir mektup Tarafe’nin dayısına, bir mektup da kendisine verir ve
ikiliyi Bahreyn emirine gönderir. Yolda mektuptan kuşkulanan dayısı mektubu
açar, emirin bu mektubu getireni öldürmesini Bahreyn emirine yazdığını görünce
mektubu yırtıp kaçar. Tarafe ise korkmaz, kuşkulanmaz, dayısının uyarılarını
dikkate almaz ve mektubu açmadan emire götürür. Bahreyn emiri Tarafe’nin
akrabasıdır. Kaçması için fırsat verdiyse de Tarafe kaçmaz. Vali idam hükmünü
uygulamayarak görevinden istifa eder. Yerine gelen yeni vali, Tarafe’yi
ellerini ve ayaklarını keserek diri diri gömer.
Rivayete göre Tarafe, henüz küçük yaşta iken usta bir şair olan Müseyyeb b.
Ales’i bir şiirinde erkek deve için dişi deve sıfatı kullandığından sonraları
darbımesel haline gelen, “Erkek deve dişi
deveye dönüşmüş” (istenveka’l-cemel) sözüyle eleştirmiş, küçük bir çocuğun
bu acı eleştirisi karşısında Müseyyeb, “Bir
gün dili yüzünden öldürülür” demiştir.
Abdülkâdir el-Bağdâdî’ye göre Tarafe, câhiliye şairleri arasında şiir
kalitesi bakımından İmriülkays’tan sonra ikinci sırada gelmektedir. İbn Kuteybe
onu “kasideyi en iyi söyleyen şair”
diye nitelendirmiştir. Asmaî, Tarafe’yi birinci tabaka şairlerden kabul eder.
Lebîd’e, “Araplar’ın en iyi şairi
kimdir?” diye sorulduğunda “şaşkın
kral” (İmruülkays) demiş, “Sonra kim?” denildiğinde “yirmilik delikanlı” (Tarafe) cevabını vermiştir. Hassân’ın, “Araplar’ın en iyi şairi kimdir?”
sorusuna cevabı ise “kabile olarak
Hüzeyl, kaside olarak Tarafe” şeklindedir. Benzer bir soruya Cerîr’in
cevabı da Tarafe olmuştur. Onun şu beyti yaygın mesel haline gelmiştir:
Gösterecek sana günler
cahili olduğun nice şeyi
Getirecek sana haberleri
azık verip görevlendirmediğin birçok kişi.
Tarafe’nin şiirinde başlıca konu sevgi, yaşamın tadını çıkarmak, ölmeden
gerekeni yapmak, gözü arkada kalarak ölmemektir. Çok genç yaşta öldürülmesine
karşılık dili, şiir söyleyişi, derin duyuşu, coşkunluğu, şiirde sağladığı
belirgin uyum bütün açıklığıyla gösterir kendini. Savaşları, yiğitliklerini,
devesini anlatırken bile bir gönül insanı olduğunu, yaşarken sevip sevilmenin
gerektiğini, bunun için yaşamanın anlam taşıdığını sezdirir okuyucuya. Güzel
sevmek, içip eğlenmek, avlanmak onun şiirinde değişmeyen ögelerdir. Ölümünden
sonra etkisi, ünü daha da yayılmış, birçok Arap ozanına öncülük etmiştir.2
Sehmed’te
Havle’nin toztoprak olmuş
Evinden izler, bir
elin dövmeleri gibi.
Hail, Dumey
dedikleri bahçede
Ağladım sabahlara dek, ağlattım.
Durdurmuş yoldaşlarım develerini:
“Kendine gel, dayan,
üzülme” dediler bana.
Giderken Halik oymağından olan sevgilim
Kayıklar bağlı gemiler gibi dizili
Develer, Adevlâ’nın,
Bin Yamin’in
Bir düz, bir kıvrık
giden gemileri gibi.
O gemiler yarardı
suda dalgaları
Mufayıl’ın toprağı yarışı gibi.
Bir geyik yavrusu
vardı onlarla, sürmeli,
Bir inci, bir
zebercet çifte gerdanlıklı.
Yavrusuz otlağa giden, misvak yiyen, dallar,
Yapraklar arasında
saklanan bir ceylan.
Bir papatyadır esmer
dudaklarının gülüşü,
Nemli kumlar
üzerinde düz, beyaz.
Güneş sulamış onun dişlerini,
Dişetleri dövmeli, düzgün.
Güneşle donanmış yüzü sevgilimin,
Öyle parlak, öyle
güzel mi güzel.
Kuru, dayanıklı dişi devemle
Gezer dağıtırım üzüntümü ben de.
(...)
*
Hâris (?-570)
[HÂRİS b. HİLLİZE]
Iraklıdır Hâris, Yeşkür kabilesinden. Doğum yılı bilinmiyor, ancak
kimine göre 570, kimine göre 580 yılında ölmüştür. Çok uzun yaşadığı
söylenir. Muallakasını söylerken 135 yaşlarında olduğu rivayet edilir. İbn
Sellâm’a göre câhiliye şairlerinin altıncı tabakasından sayılır. Şiirlerinden
sadece muallakası ile bazı beyit ve parçalar günümüze ulaşmıştır.
Yaşadığı sürece çok savaş görmüş,
acı olaylara tanık olmuştur. Şiirinde bu olayların etkileri açıkça dile gelir.
Duygulu, güçlü bir söyleyişi vardır. Hâris’in şiirinde başlangıçta sevginin,
işretin, sonra devesinin, daha sonra da kabilesinin yiğitliklerinin,
erdemlerinin konu edinildiği görülür. Sevgi, içki konularını içeren dizeleri coşkulu
ve duygu doludur. Yiğitliği, elaçıklığını, iyiliği işleyen dizelerinde sesin
egemenliği sezilir. Devesini övüşü bir kadını övmeye benzer, öylesine içten,
öylesine duyguludur. Derin düşlere, yapmacıklara sapmaz, elle tutulur
gerçekleri başarıyla şiirleştirir.3
Gideyim
diyordu gitti Esma
Bıktırır insanı
kalanlar oysa
Gideyim diyordu
gitti sonra
Bilmem ne gün buluşuruz bir daha.
Nice buluşmamız oldu Berkatü Şamma’da
Bize yakın Halsa’da,
Muhayyat’ta, Sıfah’da,
Bir de Anakıfitak,
Azib, Vefâ’da
Şürbüb deresinde, Riyazülkata’da,
Şubetan, Ebla illerinde,
Aynlık geldi çattı
sonunda
Bugün yok,
buralarda, gördüğüm güzel,
Ağlar dururum boyuna, o da boşuna.
(...)
*
Amr (?-600)
[AMR b. KÜLSÛM]
Iraklıdır, Taglip kabilesinden. Ünlü ozan Mühelhil b. Rebîa’nın kızı Leylâ’nın
oğludur. Annesi İmriülkays’ın dayısının kızıdır. Doğum yılı bilinmiyor, 600’den
biraz önce öldüğü söylenir. Daha on beş yaşındayken kabile reisi olan Amr Arap
yarımadası, Şam, Irak ve Necid’de dolaşır. Bulunduğu bölgelerde gösterdiği cesaret
ve kahramanlıklarla tanınır. Bu sebeple, “Amr
b. Külsûm’dan daha atılgan” sözü Araplar arasında darbımesel haline
gelmiştir. Son derece gururlu olan Amr’ın Hîre Hükümdarı Amr b. Hind’i kafasını
keserek öldürmüştür. 150 yıl yaşadığı söylenir.
Yedi Askı arasında bulunan şiirinin başlangıç bölümü sevgiliyi, işreti, ondan
sonrası kabilesinin yiğitliklerini, başarılarını konu edinmiştir. Şiirlerinden
çok atılgan, kimseye boyun eğmeyen, sözünün eri bir kimse olduğu anlaşılır.
Dili akıcı, yalın, söyleyişi güçlüdür. Arap şiiri üzerinde çalışanları
ilgilendiren konulardan biri de ozanın dilindeki uyumlu söyleyiş, ses
yoğunluğudur.
Amr da öteki Yedi Askı ozanları gibi gerçekçidir, şiirinin konusu yaşadığı,
bir savaşçı olarak katıldığı olaylardır. Sevgiliyle ilgili bölümlerinde
söyleyişi çok duygulu, yiğitliği işleyen kesimlerinde tok seslidir. Şiirinde
uyuma, genel düzene önem verir, dizeler arasında anlam bütünlüğünü bozmadan
başarıyla sürdürür. Kendinden sonra gelen Arap ozanları üzerinde etkisi açıkça
görülür. Kılıç vuruşları, kargı atışları, saldırılar şiirinde öylesine
canlılıkla işlenir ki okuyucu bu olayları duyar gibi olur.4
Uyan ey kadın sun doluyu
Bitsin Ender'in şarabı kalmasın
Biraz da sıcak su kat
Şöyle kızarsın daha.
İşten güçten eder insanı bu şarap
Dağıtır bütün acıyı, üzüntüyü,
Görürsün eli
sıkıların bile
İçince ne cömert olduğunu.
Alnına yapıştırıp doluyu dikenlerin
Kızarır ateş kesilir kulakları
Ey Ümmü Amr
atlatıyorsun bizi
Sağdan verirken soldan başladın.
Ey Ümmü Amr üç kişinin en kötüsü değil
Şarap sunmadığın arkadaşın, burda.
Ben nice dolular
çekmişim oysa
Balebek’te, Dımışk’ta, Kâsiriyn’de.
(...)
*
Antere (?-600)
[ANTERE b. ŞEDDÂD b. AMR el-ABSÎ]
Babası Necid’de oturan Abs kabilesi ileri gelenlerinden Şeddâd (veya Amr),
annesi ise Zebîbe adlı Habeşli bir câriyedir. Şeddâd’ın Antere'nin dedesi veya amcası
olduğu da söylenmektedir. Alt dudağı yarık olduğundan “Anteretü’l-felhâ” diye de anılan bu melez şair, annesi câriye
olduğu için, zamanının anlayışına göre köle sayılmakta, bu sebeple de küçük
yaştan beri sevdiği amcasının kızı Able ile evlenmesi uygun görülmemekteydi. Antere
kölelikten kurtulup sevgilisine kavuşmak için bazı başarılar göstermek zorunda
kalmıştı.
Çok yaşadığı, 600 dolaylarında ilerlemiş yaşına rağmen kendi kabilesi ile Tay kabilesi arasında çıkan bir savaşa katılıp bu savaş sırasında öldürüldüğü söylenir. Yedi Askı ozanları içinde savaşı, vurup kırıcılığı en iyi şiirleştiren, bütün yüreğiyle savaşmayı seven bir kimse sayılır Antere. Karakarga gibi nitelenişi, Araplar arasında “Araplar’ın kargaları” anlamına gelen “agribetu’l-arab” diye anılışı renginin biraz kara oluşundan, biraz da atasının iyi bilinmeyişinden dolayıdır. Onun şiirinde başat durumda olan vurup kırıcılık, savaşçılık, kimsenin gözünün yaşına bakmayış, bu yerici adın etkisi sonucudur. Kâbe’ye asılan başka şiirleri de varmış. Bu şiirlerin ilki kendisine, anasına “kara” diyenleri kınamak için söylenmiştir. Ancak Yedi Askı’da yer alan şiirinin büyük bir ün kazanması;
Çok yaşadığı, 600 dolaylarında ilerlemiş yaşına rağmen kendi kabilesi ile Tay kabilesi arasında çıkan bir savaşa katılıp bu savaş sırasında öldürüldüğü söylenir. Yedi Askı ozanları içinde savaşı, vurup kırıcılığı en iyi şiirleştiren, bütün yüreğiyle savaşmayı seven bir kimse sayılır Antere. Karakarga gibi nitelenişi, Araplar arasında “Araplar’ın kargaları” anlamına gelen “agribetu’l-arab” diye anılışı renginin biraz kara oluşundan, biraz da atasının iyi bilinmeyişinden dolayıdır. Onun şiirinde başat durumda olan vurup kırıcılık, savaşçılık, kimsenin gözünün yaşına bakmayış, bu yerici adın etkisi sonucudur. Kâbe’ye asılan başka şiirleri de varmış. Bu şiirlerin ilki kendisine, anasına “kara” diyenleri kınamak için söylenmiştir. Ancak Yedi Askı’da yer alan şiirinin büyük bir ün kazanması;
Açlıktan belime yapışsa
karnım
El açmam aç yatar aç
kalkarım
dizelerini Hz. Muhammed’in de çok
beğenmesi, “bunları söyleyen ozanı
tanımak isterdim” demesi yüzündendir. Antere, yaşadığı toplum içinde
küçümsenmenin, alaya alınmanın ezikliğini sezmiş, bunu vurup kırmayı seven bir
duyguyla şiirleştirmiştir. Bu nedenle onun şiiri daha gerçek, daha yaşanan
olayların etkisini yansıtır niteliktedir. Şiirine,
Söylenmedik söz
mü komuş ozanlar
diye başlarken yeni sözler söylemenin özlemini duyduğunu, kimseye benzemek
istemediğini taşkın bir söyleyişle dile getirme yolunu aramıştır. Başkalarına
yardım etmeyi, savaşta düşenin, güçsüzün elinden tutmayı, düşmanına erlik
gününde göz kırpmadan saldırmayı erdem sayan bir tutumu vardır. Şiirlerini okurken
nerede ürperdiğini, nerede sevgilisine kavuşmak özlemiyle tutuştuğunu, nerede
düşmanının kanına susamışçasına saldırıya geçtiğini sezeriz.
Antere’nin efsanevî
kahramanlıkları daha sonra, genel olarak “Antere
kıssası” adı ile anılan bir destanın meydana gelmesine sebep olmuştur.
(Ayrıntılı bilgi için Kaynakça’ya
bakınız.) Hayatı hakkında çeşitli monografiler kaleme alınan Antere’nin
kahramanlıkları muhtelif tiyatro ve sinema eserlerine de konu olmuştur.5
Söylenmedik
söz mü komuş ozanlar
Duraksadın
seçebildin mi evini?
Yormuş evin suskun izleri seni
Öyle sessiz dilsiz
konuşurlar.
Durdurdum orada
devemi yakındım,
Kararmış ocak taşlarına bakındım
Bu güzel, sevimli
yuva, bulutlar gibi
Uysal, güleç yüzlü
sevgilinin;
Able’nin Civa’daki
güzelim evi.
Esenlikler sana, ey
Able’nin evi.
Bir konak gibi
yüksek devemle
Durdum orada
sevgiyle, özlemle.
Civa’da oturur Able,
bize gelince
Hazn, Samman,
Mütesellim'de konaklarız.
Selam olsun üstüne
senin, esenlikler
Sana ey
Ümmülheysem’den boşalan yer.
El topraklarına
kondun artık, işim
Ey Mahrem’in kızı
güçleşti benim.
Sevdim seni savaşırken oymaklarımız,
Andolsun babanın
ömrüne, kavuşma yok bize.
(...)
*
Züheyr (?-608)
[ZÜHEYR b. EBÛ SÜLMÂ]
Yaşamıyla ilgili yeterli bilgi yoktur. Züheyr ismi “zehr” (çiçek) veya
“ezher”in (beyaz, parlak) ism-i tasgiridir. (İsm-i Tasgir (küçültme ismi): küçüklüğü,
azlığı göstermek, sevgi ifade etmek veya horlamak için kullanılan isim.) 608'de
öldüğünde çok yaşlı olduğu bilinir. Ana-baba soyundan, bütün ailesinin ozan
olduğu, özellikle kızkardeşleri, oğulları, torunu şiirle ün sağlamıştır. Arap
yazınında, şiir söylemenin, soydan gelme bir yetenek olduğu konusunda Züheyr’i
örnek gösterenler çoktur. Onun şiirinde de önce sevgi işlenir, sonra işret
meclisleri, sonra yiğitlik, güçlülük ve barış.
Züheyr şiir dilinin uyumlu oluşu, sözlerinin seçilmişliği, söyleyişinin
düzgünlüğü ile ün sağlamıştır. Doğruluğu sevmesi Hz. Ömer’in ilgisini
çekmiş, kimi dizelerinin yayılmasını sağlamıştır. Ününü biraz da Hz. Ömer’in
onun dizelerini sevmesine, toplantılarda okumasına borçludur denebilir.
Yedi Askı ozanları içinde “ölüm” konusunu duyarlıkla, biraz da korkuyla en iyi
işleyen Züheyr’dir. Bir övgüyle biten şiiri yer yer ölüm korkusunun ezikliğini
duyan bir yüreği dile getirir.
Züheyr’in şiirinde de çöl yaşamının gerektirdiği davranışları içeren
dizeler geniş bir yer tutar. Bu dizelerde Züheyr geleneğin çizdiği yolda gider.
Onun bu geleneğe kattığı yenilik dizeler arasında kopmayan bir bağ sağlaması,
değişik olayları bir konu bütünlüğü içinde vermeyi başarmasıdır.
Muallaka’sını yazarken o
sırada seksen yaşında olduğunu belirten (57. beyit) ve uzun ömürlülerden
(muammerûn) sayılan Züheyr’in Hz.
Peygamber’le görüştüğü ve onun kendisi hakkında, “Allahım! Beni onun şeytanından koru!” dediği, bunun üzerine
Züheyr’in ölünceye kadar hiçbir beyit söylemediği rivayet edilir.
Kaynaklar, Züheyr için iyi
ahlâk sahibi, ağır başlı, sakin, vakarlı ve iffetli bir şahsiyetti diyor. Daima
kendi kabilesinin ve diğer kabile mensuplarının iyiliğini istemiş, çevresine
ahlâk ve barış telkin etmiştir. Hz. Peygamber’in zuhurundan önce hak din ve hak
kitap hakkında şiir yazanlardandır. Hanîf şairler zümresinden kabul edilir; her
şeyi yaratan Allah’a ve öldükten sonra dirilmeye ve hesaba inanıyordu.
Muallaka şairleri arasında
seçkin bir yere sahip olan Züheyr, İmriülkays ve Nâbiga ez-Zübyânî ile birlikte
İslâm öncesi dönemin üç büyük şairinden biri kabul edilir.6
Bilmem,
Ümmülevfa'nın mıdır o suskun izler
Havmanetüdderraç'la
Mutesellim arasında,
Rakmeteyn
bahçelerinde görülen
Kol döğmelerine benzeyen izler, kimindir?
İki gözlü yabanöküzleri, ak geyikler,
Emerken zıplayan
geyik yavruları gezer
Yirmi yıl sonra
geldiğim yerde şimdi,
Güçlükle seçebildim
sevgilimin evini
İşte kararmış taş sacayaklar ocakta,
İşte daha büsbütün bozulmamış havuz,
Seçtim evini,
baharda oturduğu yeri,
İyi günler, kal sağlıcakla, dedim o yere...
Görüyor musun arkadaş göçen kadınları?
Alya ya da Cürsüm
yakınında, yüksekte,
Sağlarında Kanan dağı, dik yamaçlar,
Dostlarımız, düşmanlarımız vardır oralarda.
Çadırların üstünde
örtüler, renk renk,
İşlenmiş, gül boyalı kıyıları...
Süban deresinden
göründü kadınlar
Kaynoğularının yaptıkları mahfelerde.
Süban tepelerinde
görünen mahfeler
Yaşamın tadını çıkaranların cümbüşleriyle dolu.
Erkenden, gün doğarken çıkmışlar yola
Res deresine doğru, bir elin ağza gidişi gibi...
Bir güzel var
içlerinde sevilesi,
Görenin parmağı ağzında kalır.
(...)
*
Lebîd (?-661)
[LEBÎD b.
REBÎA]
550-570
yılları arasında doğduğu tahmin edilen Lebîd’in yine çok uzun yaşayanlardan
olduğu, elinin açıklığı, yardımseverliği, yiğitliği, iyilik ardınca koşan biri
olduğu söylenir. Ona, ozanlığının yanı sıra ün sağlayan da bu davranışlarıdır. Hz. Muhammed’i
tanıdığı, Müslüman olduğu bilinir.
Lebîd, muallaka sahibi bir İslâm şairidir.
Muallaka şairleri arasındaki yegâne Müslüman şair. Ünlü şarkiyatçı Theodor Nöldeke’ye göre
bedevî şairlerin şiirleri arasında en güzel olanlarını Lebîd yazmıştır.
Hz. Peygamber’in
kalplerini İslâm’a ısındırmak amacıyla zekât verdiği kimseler (müellefe-i
kulûb) arasında bulunan Lebîd kuvvetli görüşe göre Hicrî 9 (631) yılında
Müslüman olmuştur. Daha sonra gittiği Kûfe şehrini kuranlar arasında yer alır
ve oğullarıyla birlikte buraya yerleşir.
Peygamberimiz onun kimi dizelerini,
konuşmalarında okurdu. Bu olay Lebîd’in ününün yayılmasını sağladı, Müslümanlar
arasında onun değerini yükseltti. Kuran karşısında şiiri bıraktığını
söylemesinde de bu olayın etkisi olsa gerek. Eski yoğunlukta olmasa da Müslüman
olduktan sonra da şiirler yazdığı ve bu şiirlerde İslâm’ın ve Kur’an’ın
etkisiyle üslûbunun yumuşadığı ve takvâ, sâlih amel, ölüm, âhiret hazırlığı,
dünyanın fâniliği gibi temaları işlediği görülmektedir. Yıldırım isabetiyle
ölen kardeşi Erbed için yazdığı mersiye onun en güzel şiirlerinden biri olarak
kabul edilir.
Kendisi de
şair olan İmam Şâfiî’nin “büyük bir şair”, Zürrumme
ile Nâbiga ez-Zübyânî’nin “Araplar’ın veya
kabilesi Hevâzin’in en büyük şairi” diye nitelediği Lebîd, kendisini
İmruülkays b. Hucr ve Tarafe b. Abd’den sonra üçüncü şair olarak görür.
Hz. Peygamber, Lebîd’in,
İyi biliniz ki
Allah’tan başka her şey bâtıldır,
her nimet de şüphesiz zevâle mahkûmdur
beytini
takdir ederek, “Hiçbir şairin ağzından
bundan daha doğru bir söz çıkmadı” demiştir. Bu büyük övgü, yüce pâye ona
yeter.7
Evler, otağlar yok olmuş
Mina’da
Gavl, Ricam birer yıkıntı şimdi,
Azmış
Reyyan suları yıkmış yataklarını,
Taşa
kazılı yazılar
gibi kalmış izleri,
Nice yıllar geçmiş oradan insanlar göçeli
Haram, helal aylarıyla izler üzerinden,
Ne yağmurlar
yağmış
oraya gürleyen bulutlardan,
Baharda, hızlı yağan, yavaş
yağan yağmurlar,
Geceleyin, sabahleyin karşılıklı
gürleyen,
Akşam
bulutlarından inen yağmurlar...
Yabancircirleri büyümüş dere kıyılarında,
Geyikler yavrulamış, devekuşları
kuluçkada.
Emzirir iri gözlü yabaninekleri buzağıları,
Geniş
otlaklarda dolaşır
büyümüş buzağılar.
Seller çıkarmış açığa
sevgilinin izlerini
Kalemlerle yazılmış silik yazılar
gibi
Bir kadının kollarındaki döğmeleri
Yeniden işleyip
düzenleyişince.
Durdum, o izlere sordum sevgiliyi,
Bilmem ses verir mi dilsiz taşlar.
Bomboş
bu yer, bırakıp gitmişler
Burayı bir sabah, arklar, darı çalıları
kaldı,
Dokundu sana göç günü gıcırdayan mahfeler,
Geyik yuvası pamuk mahfelerde
sevgililer,
Kumaşla,
örtülerle kaplanmış bütün
Mahfeler, bir de direkleri.
(...)
*******O*******
Dipnotlar:
1 Kaynak kişi: Ahmet Savran, İsmet Zeki Eyuboğlu
2 Kaynak kişi: Emrullah İşler, İsmet Zeki Eyuboğlu
3 Kaynak kişi: Nasuhi Ünal Karaarslan, İsmet Zeki Eyuboğlu
4 Kaynak kişi: Muharrem Çelebi, İsmet Zeki Eyuboğlu
5 Kaynak kişi: Cemal Muhtar, İsmet Zeki Eyuboğlu
6 Kaynak kişi: Süleyman Tülücü, İsmet Zeki Eyuboğlu
7 Kaynak kişi: Süleyman Tülücü, İsmet Zeki Eyuboğlu
Kaynakça ve Notlar:
—
İslam
Ansiklopedisi
—
İsmet Zeki
Eyuboğlu, Yedi Askı, Adam Yayınları, 1985.
— “Arap Edebiyatı”, Ord.
Prof. Şerafettin YALTKAYA
—
İşbu
makalede Eyuboğlu’nun şiir çevirilerini kullandım. İlgilisi şuradan Yaltkaya
çevirilerine ulaşabilir.
— Antere, İslâmî döneme geçilmek üzere olan bir devirde sergilediği
erdemli yaşayışıyla İslâmiyet’in gelişini hazırlayan bir kahraman hüviyetine
büründürülmüş, hakkında sonu gelmez kıssalar söylenmiştir. Kıssaların önemi,
Antere’nin İslâm dünyasının beş yüzyıl boyunca düşmanları karşısında kazandığı
zaferlerin âdeta bir sembolü haline gelmiş olmasıdır. Bazı derlemelerde 5000
beyti bulan manzum bölümleriyle 1001 Gece Masalları ile karşılaştırılan,
1477’de Fâtih Sultan Mehmed tarafından Türkçeye çevirtilen Antere Kıssası
(Anternâme, Kıssa-yi Anter vb.) bugünün okuru nezdinde oldukça düşük bir
bilinirliğe sahip. Oysa bizim haberdar olmaktan çok uzak olduğumuz bu
kıssalardan ilham alan Rus kompozitör Rimsky-Korsakov 1874’te “Antar” adlı senfonik bir eser bestelemiştir… Antere
Kıssası için daha ayrıntılı bilgi edinmek için tıklayınız.
Çok çok ilgi uyandırıcı ve güzel bir derleme olmuş. Pek çok şair öğrenmiş oldum. Resimle az çok ilgiliyim. Hiç duymadığım resim/ressam keşfetmiş oldum görseller sayesinde de.
YanıtlaSilResimleri eşim seçti. Teşekkürler ilginiz için.
Sil