Ana içeriğe atla

Bibliyofil Konuşmaları #1: Selçuk Altun


Gözde aforizmacım Nicolas Chamfort’tan (1741-1794): “Günümüzde kitapların çoğu, bir gün önce okunmuş kitaplarla bir günde yazılmış izlenimi veriyor.” Tespit edildiği kadarıyla 18. Yüzyıldan bu yana (hatta Don Quijote’den bu yana!) süren işbu sığlığı deşifre etme adına nicedir bibliyofiller ile konuşmak istiyordum. ‘Konuşma’nın yollarını ararken 10 soru ürettim. Yalnızca 10 soru. Çünkü Kieslowski'nin Dekalog’ları gibi kıs(s)a ve ‘vurucu’ olsun istedim. Bunun yanında, Marcel Proust’un cevaplarıyla üne kavuşmuş, sonraları Bernard Pivot ve James Lipton tarafından geliştirilmiş “20 Soru”nun kitap ve kütüphane odaklı, daha entelektüel bir versiyonu olsun dedim.

Selçuk Altun bu soru dizisini kimlere yönelteceğim konusunda aldığım notlarda ilk sırada yer alan isimdi. Cevaplamayı reddetseydi belki de bu girişim hayata geçmeyecekti! Sorularıma yaptığı dönüşte bir sorumu revize ettiğini belirtti. İsabetli ve güzel bir müdahale oldu. Bu haliyle soru dizisi biraz daha gelişti ve ilerleyen günlerde bloğuma konuk edeceğim bibliyofillere Selçuk Bey’e yolladığım ilk halini değil, aşağıdaki soruları yönelteceğim. Buradan, bir kez daha teşekkür ediyorum kendisine.

Evet, aşağıda ilkini okuyacağınız bibliyofil konuşmaları başka isimlerle sürecek. Yalnızca tanınmış yazar/okurlarla değil, kendi kuşağımın ‘kitapçokseverleri’ ve ismi yalnızca mahfillerde işitilmiş, internette isimlerini aratınca herhangi bir fotoğrafını bulamayacağınız insanları da göreceksiniz bu sayfalarda. Bu iş ne kadar sürer, 21. Yüzyılının ilk çeyreğinde mütevazı bir blogda başlamış bu girişim nereye varır şimdiden kestirmek güç. Ben, yine de, katkı sunan isimlerin vereceği cevaplar sayesinde çok eğleneceğimizi ve aslî duygumuz olan merakımızın biraz daha harlanacağı inancı ve temennisindeyim.

M. Milât Özçelik / 3 Ağustos '19


1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
1960’larda rahmetli babamın kaymakamı olduğu güzelim Tirebolu’daki kitabevinden aldığım bir polisiye olmalı.
Ama edindiğim ilk kitabı iyi anımsıyorum; eniştem İsmail H. Yılmaz’ın 1957’de getirdiği çizgi roman “Teksas”dı. Onu seyyar kitaplığım bellediğim kartondan bir ayakkabı kutusuna saygıyla koyar, çıkarırdım.

2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Bir kitaplığın kütüphaneye dönüşmesi için nitelik ve nicelik faktörleri vardır. Beşbin edebi, sanat, araştırma kitabından mürekkep bir kitaplığı kütüphaneye dönüşmüş sayarım.

3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Yayınevine göre dizilmiş bir kütüphane henüz görmedim. Ben yazar ve türlere göre dizerim. Bir de Türkçe ve diğer dillerdeki kitaplar ayrı ayrı konuşlanmalıdır.

4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
İnternet sayesinde kitap bulmak artık zor değil. Online satış şirketi Amazon’a ait Abebooks nam bir küresel sahaflar sitesi vardır ve abartmıyorlarsa stoklarında 140 milyon adet kitap müşteri bekler.
Öncü tiyatrocu ve şair Asaf Çiyiltepe’nin 1957 Yunus Nadi Ödülü’nü kazanmış ama yayınlanmamış şiir dosyası “Uzak”a ulaşabilsem sevinirdim.

5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?
Benimsediğim şair ve yazarların imzalı kitaplarını toplarım. Onları önemserim, o kitapları elime aldığımda sanki şair ve yazarları dizelerini fısıldayarak beni uyutacaklardır.
Kapanmış yayınevlerinden Sander, Cem ve Ada’yı hasretle anıyorum. Beni nitelik katsayılarını koruyamayan yayınevleri de düşündürüyor.

6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Ben bir Oktay Rifat tutkunuyum; sekiz romanımdan dördü, adını onun dizelerinden alır. Oktay Rifat bana şiiri sevdirmiş, şiirselliği öğretmiştir. Yaşayan şairlerden Amerikalı Louise Glück’ü de çok önemserim.
Thomas Bernhard, Gabriel Josipovici ve Patrick Modiano’ya da saygılarımı göndermeyi unutmamalıyım.

7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Dolduruşa gelip de aldığım ve yarım bıraktığım kitaplar yok değil! Onları ilk fırsatta tasfiye ederim.

8.
Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
O soruyu soracak kişiler kütüphanelerime giremez.

9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Ayhan Bozfırat, İbrahim Yıldırım ve Mahir Öztaş ustaların daha çok ilgiyi hak ettiğini düşünüyorum.

10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Andrei Tarkovsky’den “İz Sürücü”, Ingmar Bergman’dan “Fanny ve Alexander” ile Paolo Sorrentino’dan “Muhteşem Güzellik”.


SELÇUK ALTUN




Yorumlar

  1. Nadir şeyleri takip eden vardır; elinize sağlık röportaj için...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka