Rohmer öldüğünde 22
yaşındaydım. (Hayır, pantolonlu bir bulut değildim, asla!) O yaşımda Rohmer’in
gidişinin sinema adına önemli bir kayıp olduğunun farkındaydım. 1963-72
arasında çekilmiş filmleri kapsayan meşhur Altı Ahlak Hikâyesi’nden (Six
Moral Tales) ve mevsim hikâyelerinden birkaçını izlemiştim. (Hatta bu
yazıdan sonra ustanın Dört Mevsim’i üzerine de bir şeyler söylemeyi düşünüyorum.)
Yine de -bulamadığım için- bir türlü tamamlayamadığım Ahlak Hikâyeleri hep
aklımdaydı. Baharın gelişini kavramaya çalıştığım bir Mart gününde içimde
gizlenmiş merak duygusu günyüzüne çıktı ve tekrar aramaya koyuldum. İnternet
âleminin müdanasızca sunduğu imkânlarından istifade edip seriyi baştan sona
katettim.
Burada filmleri
özetleyecek değilim. Herbiri için ufak tefek notlarım olacak ama öncesinde 6
hikâyeyi kendimce sıralamak isterim -en çok sevdiğimden nispeten daha az
sevdiğime:
6. Öğleden Sonra Aşk (1972)
⤥
4. Maud'lardaki Gecem (1969)
⤦
1. Monceau’nun Pastaneci
Kızı (1963)
⤥
3. Koleksiyoncu Kız (1967)
⤦
2. Suzanne’ın Kariyeri (1963)
⤥
5. Claire'in Dizi (1970)
23 dakikalık bir kısa film
olan Monceau’nun Pastaneci Kızı serinin ilk filmi. Rohmer 43 yaşında:
geçmişin kararlarını sorgulamak için elverişli yaşlar. Kısacık bir ilkgençlik
hikâyesi, sonraları “Ahlak Hikâyeleri”ne evrilecek. Şümullü anlatılar böyle doğuyor
işte: küçük anılar, izliyor, büyük çıkarımları…
Altı Ahlak Hikâyesi yerine
“Altı Kader Hikâyesi” de olabilirmiş bu serinin adı. Suzanne’ın
Kariyeri (54’) buna en iyi örnek. Şu cümlenin vuruculuğuna bakar mısınız:
“[Suzanne,] Ona acıma hakkından beni yoksun bırakarak gerçek intikamını almıştı.”
Kadın, kaderdir!
Akla Serseri Âşıklar’daki
(1960) Jean Seberg’i getiren Haydée Politoff yani Koleksiyoncu Kız (89’)
benim tanımlamamla ‘kaderin arzusu’nun kurbanı. Aramakla bulunamadığını bilmeyenlerden.
Şu cümlenin mahiyetini kavrayabilseydi altı hikâyelik serinin en trajik kadını
olmayabilirdi: “Mutluluğu erdemde ve basit ev hayatında bulduk.” Ahlak,
özgürlüktür. Bir zafer ilamıdır ahlak…
Maud'lardaki Gecem (105’), filmdeki mühendis
“bilmemeyi seçtiği için” ikinci sıramda yer alıyor. Yoksa başrol bir mühendise
verildiği için bile ilk sıramda yer alabilirdi… 2014 yılında Erdek’te askerdim.
5 ay boyunca -aklı başında- tertiplerime bu filmin başlığından ilhamla
yazacağım bir yazıdan bahsedip durdum: “______’lerdeki Gecem”.
İki gece misafiri olduğum, beraber sahura kadar oturduğumuz, sayesinde
hayatımın o güne kadarki en güzel sohbetini ettiğim canım arkadaşımdan-ustamdan,
bana bu dünyada entelektüel bir Müslümanın nasıl biri olduğu, olup bitenler
karşısında öfkeli bir duyuşun hangi derinliklerde gezindiğini düşündürten O ‘iyi
adam’dan, eşiyle yaşadığı kitaplarla dolu güzel evinden bahsedecektim. Aylarca “______’lerdeki
Gecem” başlıklı upuzun yazım üzerine düşündüm. O kadar çok
düşündüm ki yazmaya yerim kalmadı.
Mesele Claire'in Dizi
(105’) değil. Mesele, azgın -emekli- büyükelçiler sorunsalı: Pablo Neruda ya da
Yahya Kemal kılıklı adama tahammül etmekte zorlandım. Ahlak Hikâyeleri içinde
yersiz bir anlatı olmuş bu, biçimsiz bir duruşu var filmin. Ahlakî bir tutumdan
çok “tecrübenin sefaleti” sözkonusu. Bu ne biçim sefarettir, ey sefil sefir!
Serinin son filmi olan Öğleden
Sonra Aşk (97’) bir eve dönüş hikâyesi. Kalbe dönüş. Gerçek sevgiye, sadakate,
vefaya, şefkate, doğruya dönüş. Özgür iradenin ve özgürlüğün şart olmasının hikâyesi.
Evet, özgür olmak şart. Taşları yemek gerekse bile... Ahlak, özgürler içindir.
Éric Rohmer Fransız
Sineması’ndaki son Kantçı'ydı. Altı parçaya ayırdığı Ahlak Hikayesi “Paris,
Villiers kavşağı” diyerek sokakta başlıyor ve yatak odasında bitiyor!
Bütün mutlu sonlar gibi...
Bütün mutlu sonlar gibi...
F I N
Yorumlar
Yorum Gönder