Ana içeriğe atla

“Yazarın Kendi Yayını”

 Çok hüzün vericidir. Hele de şiirse… Bu konuda, –kendi yayını olarak basılmasa bile ‘kendi imkânları’yla bastığı için– Hasan Ali Toptaş’ın ilk kitabı Bir Gülüşün Kimliği ile ilgili olarak sarf ettiği şu sözleri unutmak mümkün mü: “...kitabımı kendi paramla bastırdım. Maaşımdan taksit taksit ödedim. Kitap çıktığında o gün yeryüzünde büyük bir sallantı olacağını düşünüyordum. Hiçbir şey olmadı.”

 Yirmili yaşlarımı şiir okuyup-yazarak geçirdim. Cânım memleketim Elazığ’a o yıllarda çok az sanat-edebiyat dergisi gelirdi. Takip edilesi dergilerden biri de Türk Edebiyatı’ydı. O sıralar derginin yayın yönetmeni olan Beşir Ayvazoğlu’na mütemadiyen şiirlerimi yolluyordum. Bir gün, gece derslerinin birinden çıkmış, Walser’ci bir yürümek sevdasıyla evime dönüyordum ki yolumun üstünde bulunan kitapçıya yeni ne’ler gelmiş diye giriverdim ve dergileri incelemeye koyuldum. Sıra Türk Edebiyatı’na gelince sayfalarına şöyle bir göz gezdirip ilginç bir şeyler aradığım dergide, bir adı hiç olmadığı kadar yoğun bir kalp atışı eşliğinde okudum. Âdeta vurulmuştum: Kendi adı insana bu kadar mı şirin gözükür!

 Dergiyi amme cüzü gibi kalbime yaslayıp kasaya gittim. Parasını ödedim. Yol boyunca etrafıma bakınıp durdum. Farkındalar mıydı acaba? Henüz habersizlerse bile ayakta durmayı güçleştiren bu sarsıntıyı mutlaka hissediyor olmalıydılar. Neyse, onlara biraz vakit tanısam iyi olurdu. Şair dediğin yüce gönüllü olmalı…

 Neden bilmiyorum aileme bile bahsetmedim bir şiirimin yayımlandığından. 10 yıl sürdü bu sergüzeşt. Sonra bıraktım şiiri. Bırakmasaydım ya da bunun bir önemimin olabileceğini düşünseydim benim de bir kendi yayını’m olacaktı ve belki de hayallerimi süsleyen bir ihtimal olarak Bülent Erkmen tasarımı ile basılacaktı...

 İşte, böylesi insanların yayınıdır, yazarın kendi yayını. Ölümden önce hayat var mı? Bilmiyorum. Bildiğim o ki “herkes, yarın için ne hazırladı, ona baksın.”

 14 Temmuz 2020

  


Yorumlar

  1. Keşke demek için çok geç sayın yazar.
    Ama o sarsıntıyı bugün bile hisseden bilinciniz ile şuraya yazdıklarınızla bile birilerinin sarsılmasını ve kendine gelmesini sağlıyorsunuz.
    Ama şiir ama blog siz yazın, biz hazırız ayaklarımızın altından dünyanın çekilmesine.

    Seher

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka