Ana içeriğe atla

İthaka’ya Dönüş: Enoch Arden


Homeros’un (M.Ö. 9. Yüzyıl) manzum destanı İlyada 10 yıl süren Truva Savaşı’nı, Odysseia ise Odysseus'un İthaca'ya, evine dönünceye kadar geçen 10 yıl boyunca başından geçenleri anlatır.

 Odysseus, evine dönmek için yola çıkar ama yolculuk umduğu gibi olmaz. Yirmi yıllık bir ayrılıktan sonra karısı Penelope, oğlu Telemakhos ve Odysseus’un öldüğünü iddia eden şehrin yöneticileri ülkeyi yönetmeye başlamışlardır. Yeniden tahtına ve evine kavuşmak isteyen Odysseus, oğlu ve İthaka’nın hükümdarı olmak isteyen bir grup soylu ile mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Victoria Çağı/Dönemi, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın 1837-1901 arasındaki uzun hükümdarlığında İngiltere’de yaşanan muazzam kültürel gelişmeleri ifade etmekte kullanılıyor. Bu dönemin şiirle ilgili en önemli temsilcisi olarak kabul edilen Alfred Tennyson’ın (1809 - 1892) Enoch Arden (1864) isimli manzum hikâyesi Kasım 2018’de Tamer Gülbek çevirisi ve VakıfBank Kültür Yayınları (VKY) etiketiyle Türkçedeki yerini almıştı. Romantik dönem şiirinin William Wordsworth (1770-1850), Lord Byron (1788–1824), Percy Bysshe Shelley (1792–1822) ve John Keats (1795–1821) gibi öncü isimlerinin bıraktığı geleneği incelikle sürdürdüğü yazılıyor.
 
Tennyson, Ece Ayhan’ın Yahya Kemal için söylediğinden mülhem, 40 yıllık devlet şairi aslında –ama Y.K. gibi bir sinekür değil, basbayağı Lord. Üstelik, Kraliçenin ayaklarına kapanmışlığı –resmen– o ayakları öpmüşlüğü de vaki değil! (Bkz. Mina Urgan, Bir Dinozorun Anıları, sy. 211-214) Hafif Süvari Tugayının Hücumu (The Charge of the Light Brigade) isimli şiiri ile Osmanlı’nın da paydaşları arasında olduğu Kırım Savaşı sırasında meydana gelen 25 Ekim 1854 tarihli Balaklava Muharebesi’nde yaşanan bir askeri hezimeti, Prenses (The Princess) şiiri ile kraliyet ailesindeki yaygın sahte kahramanlığı eleştirip tiye almıştır.
 

Alfred, Lord Tennyson, by Julia Margaret Cameron, 1869.


VKY kitabı güzel bir edisyonla yayımlamış. Malum, VKY kitapları Bülent Erkmen’in tasarım danışmanlığında hazırlanıyor. Kitapta Tamer Gülbek tarafından yazılmış tafsilatlı bir Önsöz, İngilizce-Türkçe paralel metin ve Mallarme’nin –sonsöz niyetine– Tennyson’ın ölümünden sonra yazdığı “Buradan Görünen Tennyson” başlıklı yazısı yer alıyor (Bu yazıyı Fransızcadan Murat Erşen çevirmiş.).
 
Enoch Arden, bugün biraz demode gelse bile beslendiği kaynak itibariyle kadim bir anlatı. 100 yılı aşkın bir süre etkisini sürdürmüş bu melodramın popülaritesi yazıldığı dönemle sınırlı kalmamış ve 2 kez Amerika’da 1 kez de kendi ülkesi İngiltere’de toplam 3 kez sinemaya uyarlanmış. Üstelik bu filmlerin ilki 1911’de D. W. Griffith tarafından yapılmıştır. (Malum, Godard’ın deyişiyle “sinema Griffith ile başlar…”) Ayrıca Richard Strauss 1897 yılında Enoch Arden’in yüksek sesli okunmasına eşlik etmek üzere bir piyano partisyonu bestelemiştir. Aynı bestenin 1961 tarihli Glenn Gould ve Claude Rains tarafından sahnelenen bir performansı da var. İnternetten bu kayıtlara ulaşmak mümkün. İşin güzel yanı şu ki VKY Enoch Arden’i Önsöz ve Mallarme’nin yazısı da dâhil aktör ve seslendirme sanatçısı Uğur Taşdemir’e okutup YouTube’da paylaşmış.* Alışık olmadığımız türden, şiirperver yurttaşlar için güzel bir jest olmuş bence. (Yine de usta bir seslendirmen olan Uğur Taşdemir’in sesine adet olduğu üzereStrauss’un bestesi de eşlik etseydi keşke demekten kendimi alamadım.)
 

Enoch Arden’in konusuna gelecek olursak… Bir liman kasabasında yaşayan üç çocuğun sahildeki oyunuyla başlıyor şiir: Philip Ray, Enoch Arden ve Annie Lee. Erkeklerin ikisi de Annie’ye âşıktır. Büyüdüklerinde Annie, Enoch’la evlenir. Yedi yıllık evlilikten ve üç çocuk sahibi olduktan sonra, Enoch bir deniz yolculuğuna çıkar. Fakat gemisi kazaya uğrar ve Enoch on yıl boyunca ıssız bir adada “Robinson Crusoe hayatı” sürer. Tennyson’ın şiiri bundan sonra Enoch’un adada yaşadıklarını, hikâyesini okuyabildiğimiz tüm ada mahsurları gibi nasıl bu adadan kurtulduğunu ve yurduna/evine (İthaka’ya!) döndükten sonra nelerle karşılaştığını işliyor. Annie bir Penelope midir ya da Enoch bir Odysseus? Ya Telemakhos? Bunlar okuyucunun bulması gereken cevaplar.
 
Ah ulu Tanrım, yüce Kurtarıcı,
Bana ıssız adada dayanma gücü verdin,
Ne olur bu yalnızlığıma da dayanma gücü ver! (s. 83)
 
Mallarme, üstün bir sanatsal kültürün, bir seçilmiş üzerinde üretebileceği ne varsa Tennyson’ın bunların hepsine tedirgin edici bir biçimde ve ayrılığa yer vermeksizin sahip olduğunu yazıyor. İngiliz dilinin kendine has tabiatından kaynaklanan müziği içinde Tennyson şiirinin olmazsa olmaz olduğunu belirtip, “Tennyson olmasa İngiltere’ye has müzik eksik kalırdı” diyor ve Poe’nun gençlik yıllarından kalma mübalağalı anlatımı ile sözlerini bitiriyor: “Şimdiye kadar yaşamış en soylu şiirsel ruh.”
 
 
M. Milât Özçelik

*https://www.youtube.com/watch?v=YhY_caK8FJY

[İlk yayımlandığı yer, K24:
 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka