Ana içeriğe atla

Bibliyofil Konuşmaları #38: Lemi Özgen

 
33 yaş için ruhun olgunluk yaşı derler. Hz. İsa’nın yaşı. Dirilişe inananların cennetteki yaşı… Bu hâl ve gidiş içindeyken, acılarla geçen birkaç haftadan geçtim ve fiziksel acıdan daha büyük bir gerçeğin olmadığını anladım. Ruhun olgunluğu acıya göğüs gerebilmek için yeterli değilmiş. Bu gerçeği idrak etmek için geç bir yaş olduğu da söylenebilir 33’ün. Yine de yaşadığımız çağın sunduğu sınırsız konfor ihtimallerini düşününce, erken de kabul edilebilir. Her durumda ‘şükür’ akla gelen ilk şey, tek çâre.
Oysa okurluğum, acı konusunda kendimi sınamakla geçmişti: onca trajik hayat anlatısına bakıp diğerkâmlığımla kendimi özne yapabiliyorum sanırdım. Bilmek ayrı, yaşamak ayrıymış. En iyi, bağrış-çağrışlar içinde inlerken anlıyor insan bunu. Sevdiğim şairleri, yazarları düşündüm ben o anlarımda, ailemden bile önce onlar geldi aklıma: Paul Celan, Sami Baydar, Elizabeth Smart, Nicolas Chamfort, Robert Walser…
 
Lemi Özgen’in –bence bir efsaneden farksız– K Dergisi’ndeki yazılarını bir araya getiren ve adını Sait Faik’in ‘Yalnızlığın Yarattığı İnsan’ öyküsüne borçlu “Kavun Acısı Bir Yalnızlık” kitabı 2009’da yayımlanmıştı (Urban Kitap). O gün bugün başucu kitaplarımdan biridir. Bazen rastgele bazen aklıma gelmiş ama yerli yerine oturmayan bir şeyi, bir duyguyu bulmak adına uğrarım bu kitaba. Lemi Bey kadar bir yazarın hayatına yakınlaşabilen biriyle karşılaşmadım şimdiye kadar. Kitaba yazdığı ‘Önsöz Gibi’de şöyle diyordu:
“Yazarlar insandır ve insana dair her şey onlar için de geçerlidir. Ben onları Lambo Meyhanesi'nde, Burgaz Adası'nın mimozalı sokaklarında, Galatasaray Lisesi'nin hemen arkasında, Yozgat düzlüklerinde, Diyarbakır surlarında, Tarlabaşı batakhanelerinde, verem hastanelerinde gördüm. (…) Ben onları yazdım.”
 Onun anlatısı kuru bir biyografik söylemin ötesinde, bir çeşit Mûsâ-Hızır kıssası gibidir –didaktizme prim vermeden elbette. Namık Kemal için yazdığı yazıda olduğu gibi; o geminin güvertesinde ‘halkı beklerken’ acıyla öten düdüğün tarifi güç hayal kırıklığından ibret aldığımız da olur, Mihrî Hatun’un sessiz, gözardı edilmiş iç çekişlerine şahitlik ederek bir gül bahçesinde gezdiğimiz de. Ümit, yeter tesellisi olur okurun.
 
Özgen’in, bu topraklardaki nice isim gibi kıymetinin bilinmediğini kendi adıma buraya not düşmeyi bir borç biliyorum. Öyle ya da böyle; okur, yazarını bulur. Bazen tek bir okur, bir yazarı bahtiyar etmeye yeter. Hep o güzel, vefalı, ‘oku’ denince kalbiyle tasdik eden okur olmaya çalıştım. Yazarlarımdan biri de Lemi Özgen’dir, onun okuru olmak ihtimali ise beni bahtiyar etmeye yetiyor.
 
“Acıyla düşünmeyi öğren” demişti Blanchot. Artık biliyorum. Acıyı yaşadım, yaşıyorum; acıyla okuyorum... Daha iyi anlıyorum, her kim ve neyse okuduğum.
 
M. Milât Özçelik / 27 Mayıs ‘22

Lemi Özgen ve Arkadaş Zekai Özger
(60’lar sonu, SBF Yurdu kantininde. “Bir gece yarısı sohbeti.” notunu düşüyor Özgen, “Genç olmanın dayanılmaz sevinci ve geleceğe umutla bakışımız.”)

1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Evet, hatırlıyorum ve kitap ne mutlu ki, hala bende duruyor. Vercors’un “Susan Deniz” adlı kitabı. Varlık Yayınları’ndan 1965 yılında çıkmış ve fiyatı 2 lira. Ben de 17 Nisan 1965 diye tarih atmışım üzerine. Edebiyat öğretmenimizin tavsiyesiyle almıştım. Çeviren Suat Efe. Kitapta İkinci Dünya Savaşı’nın acı yıllarında Fransız halkının Alman İşgal ordusuna karşı gösterdiği kayıtsız küçümseme anlatılıyordu.
 
2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Benim mütevazı kitaplığıma kütüphane denemez. Kesin bir sayım yapmadım ama 1000’i aşkın miktarda kitabım var ve bu sayı doğal olarak artıyor. Bence bir kitaplık kitap sayısıyla değil, içindeki kitapların niteliğiyle kütüphane olmaya ‘Terfi” eder. İçinde az da olsa el yazması tababet kitaplarının, şahsi anıların, seyahat kitaplarının bulunduğu bir yer, bence kitaplık değil, kütüphanedir.
 
3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in “Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Ben önce yazar sonra da yayınevi adını esas alarak diziyorum kitaplarımı. Yazar adlarını yayınevi adlarından daha kolay hatırlayabiliyorum çünkü. Denediğim bir başka seçenek de şu olmuştu: Kitap kapaklarının sırtlarına renkli küçük kağıtlar yapıştırıyordum. Mesela kırmızı kağıt şiir, sarı roman, mavi hikaye şeklinde. Ama sonra iş karmaşıklaştı. Her edebiyat türündeki kitapları ayrıca ‘renklendirmek’ gerekiyordu çünkü. Yabancı, yerli, polisiye, aşk, bilimkurgu, anı, belgesel vesaire gibi. Mecburen vazgeçtim. Şimdi yine yazar adlarına ve sonra da yayınevi adlarına göre sıralıyorum.
 
4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Cemal Kutay’ın “Örtülü Tarihimiz” adlı kitabının 2. cildini edinebilmek için epey uğraşmıştım. Çünkü kitap kitapçılarda ve bayilerde satılmıyor sadece abonelere gönderiliyordu. Abone olabilmek için de posta ve banka havalesi veya PTT posta çeki kullanılması gerekiyordu. Bilgisayar henüz sözkonusu değildi ve sağlığımın da bozuk olduğu günlerdi. Birkaç denemeden sonra tam pes etmek üzereyken rahmetli kızkardeşim Levin imdadıma yetişmiş ve benim yerime o işleri hallederek kitaba ulaşmamı sağlamıştı. Onca zahmetten sonra kitabı daha bir zevkle okuduğumu söylememe gerek yok elbette.
 
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?
Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Adalet Ağaoğlu, Sait Faik, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan, İhsan Oktay Anar, Steinbeck, London, Ursula Le Guin, Conan Doyle serilerini seviyorum ve dönüp dönüp yeniden okuyorum. Şükür ki, şimdilik sevdiğim kitabevleri içinde kapanmış olanı yok. Umarım böyle de gider.
 
6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” kitabı. Çünkü iki insan arasındaki katıksız dostluğu anlatıyor ve bence biz insanların en çok ihtiyaç duydukları şey dostluk.
 
7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Elbette onları tesadüfen değil, bilerek aldım. Daha çok zamansızlıktan okuyamadım bazılarını. Ama onları mutlaka okuyacağımı kesin olarak biliyorum ve bazen bu rahatlık nedeniyle okumayı ertelediğim de oluyor. Zaten bu durumdaki kitap sayısı çok az. “Ekmek çöpe atılır mı hiç?”
 
8.
“Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Onlara şaka yollu, “hayır bazılarını henüz okumadım ama bazılarını da 2-3 kez okudum ve böylece okumamaktan doğan kaybımı biraz olsun kapattım” diye cevap veriyorum. Umarım ne demek istediğimi anlatabilmiş oluyorum bu şekilde.
 
9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Reşat Enis, Sermet Muhtar Alus, Abbas Sayar.
 
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Esaretin Bedeli, Schindler’in Listesi, Full Metal Jacket.
 
LEMİ ÖZGEN
 
 
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka