Cihan
Aktaş, mimarlık eğitiminin yanı sıra, sayısı 40’a yaklaşan roman, öykü ve
inceleme türündeki eserleri ile kültür ve düşünce hayatımız içinde her daim hakkaniyetli,
rafine bir ses oldu. Yolda olmanın, aramanın ve okuyup yazmanın hakkını bütün
hayatıyla veren bir yazar… Asıl yurdundan uzak düştüğünü bilenler için daha
güzel bir teselli var mı?
1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Babamın kitap kırtasiye
dükkanında aradığım her kitabı bulabildiğim için ancak yatılı okula gittiğim
ortaokul çağında kitap satın almış olmalıyım. Ne yazık ki o kitabı da
hatırlamıyorum. Çünkü yatılı okulda da hem çok zengin bir kütüphane vardı hem
de orada bulunmayan türde kitaplar öğrenciler arasında dolaşırdı. Mutlaka bir
ödev dolayısıyla kitap almışımdır ama ilk aldığımın adı neydi hatırlayamıyorum
maalesef.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih
ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi
eder’?
Bir okur-yazar kitaplığını pek
tasfiye etmeden çoğaltmaya devam ederse kütüphaneye dönüşebilir. Kütüphane
çeşitli kategorilerde kitapların kolayca bulunacak bir sistemle yerleştirildiği
geniş bir kitaplık. Ben sık taşınma ve yer değiştirmeler nedeniyle pratik bir
hayatı tercih etmek zorunda kaldığım için kitaplarımı birkaç yılda bir tasfiye
etme yolunu tutuyorum, o nedenle de kitaplıklarım kütüphaneye dönüşmüyor, buna
izin vermiyorum. Tasfiyeden ziyade bir bölüşme belki yaptığım, yararlanacağını
bildiğim aşina okur yazarlara açıyorum kütüphanemi, herhangi bir kitabı
gerekirse ödünç alabilirim. Hâli hazırda evde yedi kitaplık dolusu kitabım var.
Her bir rafta da genellikle iki sıra kitap dizili.
Benim için özel anlamı
ve hatırası olan kitapları özel bir dikkatle korumaya çalışıyorum, ancak
tasfiyeler sırasında verip de sonraları raflarda aradığım kitaplar olmuyor
değil. Eski ve tozlu dergi ciltleri alerjik astımımın sebeplerinden biri, bu ciltleri
artık kaynak olarak kullanmayacaksam evde tutmamayı tercih ediyorum.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre
dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme
Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi,
Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım.
Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Alan ve türlere göre yerleştiriyorum, daha pratik buluyorum bunu.
İstisnai olarak bazen pek çok eseri olan bir yazara ayırıyorum rafı. Kadın,
mimarlık, şehircilik, sanat, roman, öykü, şiir, siyer, felsefe, Müslüman
düşünürler, gezgin anlatıları… şeklinde ayırıyorum. Masamın hemen yanında
dönemsel çalışmalar için ayırdığım bir camlı kitaplık var. Esenler üzerine
çalışmalarımda ve yenilerde tamamladığım dönem romanı için yararlandığım
kitapları bu kitaplığa yerleştirdim. Açıkçası çok da karışıyor raflardaki
kitaplar ve bazen bulmakta zorlanıyorum. Bir de sehpa ve radyatör üzerine yığılı kitaplar var, aylarca dururlar
orada bir sebeple. Boş bir vakit bulursam, birkaç ayda bir gözden geçirip uygun
raflara geri döndürüyor veya bir yıl kadar önce kitaplar hakkında konuşma
amaçlı bir kıraathane açan muhasebeci bir arkadaşıma vermek üzere ayırıyorum.
Tabii bu kıraathanede haftasonu gerçekleşen söyleşilere salgınla
birlikte ara verildi. Bundan sonra ne olacak belirsiz ama devam edeceğini
varsaymayı tercih ediyorum.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları
üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor
değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre
aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
2015 sonlarında Sofiya Tolstoy’un Günlükleri’ne ulaşmakta zorlanmıştım.
Bir listede var görünüyor, ulaşmaya çalışıyorsunuz, kalmadığını söylüyorlar.
Tolstoy’un eserlerinin birçoğuna editör olarak emek vermiş Sofiya Tolstoy,
mükemmeliyetçi bir yazara hayat arkadaşlığı ederken bir de bunu nasıl başarmış
merak ediyordum. Bu konuda bir tweet yazdım, hani, kitabı nasıl
bulabilirim diye. Meğer Samed Karagöz’de varmış, okumuş kendisi, eksik olmasın
gönderdi bana.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz?
Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?
Nöbetçi Kitabevi hâlâ kitap
çıkarabilseydi keşke. Yıllar önce sevgili Hülya Bostan Abidin Nesimi’nin Yılların İçinden isimli kitabını hediye
etmişti, birkaç ay önce kütüphanemi karıştırırken elime geçti kitap. Kitabevi geri dönebilse, Kaknüs eski temposunu
sürdürebilse, Açılım Yayınları daha gür bir sesle yayın
yapsa…
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Böyle bir soruyu
cevaplandırırken hep bir hafıza şaşırmasıyla üzerimde büyük emeği olan bir yazara
haksızlık etme endişesi taşırım. Çok sevdiğim yazarlar, bazen çağrışımlara
boğduğu için daha sakin bir dönemde okumak üzere bir kenara bıraktığım kitaplar
var. Tek yazar ismi vermek o kadar zor ki… Birkaç gün önce (4 Eylül 2020)
Mustafa Kutlu ile telefonda konuşurken içsel tutkusunu eserlerine yansıtma
başarısıyla üzerimizde iz bırakan iki yazardan söz ettik: Kazancakis ve Knut
Hamsun. El Greco’ya Mektuplar, Göçebe. Gerçekte
kişilikleri çok farklı da olabilir, şaşırtıcı olmaz bu ama bu iki yazarın üslupları,
yazmayı değil hayatı anlama çabasını yücelttikleri hissi uyandırır bende. Dr.
Jivago’yu anmadan da geçemem ki… Kıyısız Bir Gerçekçilik Üstüne’yi
de ekleyeyim. Bu Böyledir, İmkansız Öyküler, Deniz Feneri, Türkü
Söylüyor Otlar, Gün Doğarken Bülbül Susar, Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum,
Yalnızlık Sözleri, Özgürlüğe Kaçışım… diye devam ediyor listem.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek
için ne söylemek istersiniz?
Onları okumak için uygun bir
zamanı kolluyorum, yazmakta olduklarımın kafamı karıştırmayacağı gerilimsiz
kesintisiz bir sessiz aralık. Musil’in Niteliksiz Adam’ını nedense
bir türlü okuyamadım, Ulysses’e, son yüz sayfasını daha uygun bir
zamanda okumak üzere ara verdim ama hâla dönemedim; on beş yıl olmuştur.
“Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi
cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Bazılarını döne döne okuyor,
bazılarını da arada bir karıştırarak okuma zamanına hazırlanıyorum, diyorum.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
2019 yazında Seval Şahin ve
Tevfika İkiz’in Uluslararası Psikanaliz Etkileşimleri’nin desteğiyle
hazırladığı “YENİ/DEN YENİ- 19. Yüzyılı Yeniden Yazmak” Projesi için Mai ve Siyah üzerinden bir öykü
üzerine çalışırken, hem bu romanın hem de yazarı Halit Ziya Uşaklıgil’in
öneminin uzun dönemler boyunca layıkıyla takdir edilmediğini fark ettim. Bunun
yanı sıra Sezer Tansuğ geliyor aklıma, sanat eleştirisinde dönemine göre farklı
ve ihmal edilmiş bir bakış açısıyla yazdı ama ne yazık ki yeterince okunmadı.
Mithat Cemal Kuntay’ın romancı olarak öneminin son yıllarda fark edildiğini
gözlemliyorum. Her şey döne döne kendini hatırlatıyor. Belki kendi zamanında
anlaşılmak bir rastlantı. Edebiyatın asıl hakkını vermede gelecek zamanın daha
adil olduğu muhakkak.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Muhsin Mahmelbaf, İyilerin
Düğünü, 1989.
Farhad Safinia, Deli ve Dahi,
2019.
Derviş Zaim, Rüya, 2016.
Yorumlar
Yorum Gönder