Ana içeriğe atla

Bibliyofil Konuşmaları #15: Beşir Ayvazoğlu

 
Okuyan bir çocuk değildim. Liseli yaşlarımdayken bile beni okumaya teşvik etmek için akşamları eve kitapla gelirdi babam. Bugünden bakınca pek matah şeyler getirdiğini söyleyemem ama yine de ne yaptıysa ‘okuyan bir evlat’ olamadım.
 
Tam benden ümidini kesmişti ki bir şekilde kendi yolumu kendim buldum. Bilinçli olarak 20’li yaşlarımın başında okumaya başladım diyebilirim. Bazen, birkaç dizelik bir alıntı bile başımın dönmesine yetiyordu. Edebiyat virüsünü bir şekilde kapmıştım…
 
Tam da böylesi günlerimde elime geçen Türk Edebiyatı dergisinin Behçet Necatigil dosya konulu sayısını unutamam (s. 436, 2009). O gün bugündür başucu şairlerimden biri olarak kabul ettiğim Necatigil ile beni ‘hakkıyla’ tanıştıran derginin yayın yönetmeniydi Beşir Ayvazoğlu. (2015 yılında ayrıldı dergiden.)
 
Bu sayıdan sonra radyo oyunları dahil bulabildiğim her kitabını okuduğum Behçet Necatigil’in üzerimde bıraktığı derin etkiyi yansıtan küçük bir şiir yazdım: “Necatigil İçin”. Birkaç şiirimle birlikte Beşir Bey’e yolladım. İçlerinden Necatigil hakkında olanını seçip yayımlamıştı. Bu benim ulusal bir yayında çıkmış ilk şiirimdi (s. 440, 2010). Beşir Ayvazoğlu’nun kişisel geçmişimde taşıdığı önemi daha iyi hangi örnekle anlatabilirim bilmiyorum.
 
Sonra ne mi oldu? Sonrasını yine Ayvazoğlu aslında ta 1991’de, Kaknus’ta, hem de aruzla yazmış:
Ben gerçeğe döndüm dedi şair
Birdenbire vazgeçti şiirden
Gerçek diye bir perdeyi açtı
Binlerce şiir parladı birden
(‘Şiir ve gerçek’, Beşir Ayvazoğlu, Şiirler, Ötüken Yay., sy. 46.)
 
Okurun kaderi şairin mısralarında saklıdır… Cevaplarına “Zara’da…” diye başlamış ki, an’da işittim o müşfik sesi. Erik dalında üzüm yer gibi okudum.
*
Yazın türlerinin hemen her başlığında verdiği onlarca eserinin yanında, birçoğu şimdiden kültleşmiş olan yazar, şair biyografileri ve Aşk Estetiği, Güller Kitabı, Yunus, Ne Hoş Demişsin gibi deneme, inceleme kitaplarıyla kültür hayatımız içinde bir kilometre taşıdır Beşir Ayvazoğlu. Onun gibi özel bir insanı, yıllar sonra, teşbihte hata olmasın ama, bu kez ‘kendi mekânımda’ ağırlamış olmak benim için büyük bir onur.
 
M. Milât Özçelik / 16 Eylül ‘20


1.

Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?

Zara’da, İlkokul ikinci sınıftayken bir seyyar kitapçıdan tek formalık Ali Baba ve Kırk Haramiler’i satın almıştım, fiyatı elli kuruştu ve –hangi bayramdı hatırlamıyorum– topladığım harçlıkların tamamını “toka etmiştim”. Ne yazık ki muhafaza edemediğim bu kitapta Ali Baba’nın önüne bir hazineyi seren “Açıl susam açıl” büyülü sözü benim için de kitapların zengin dünyasına bir kapı açtı.

 

2.

Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?

Ben kitaplık deyince daha ziyade evlerde bir çeşit dekorasyon unsuru olarak edinilen ve okunmayan kitapların konulduğu raflı mobilyaları anlıyorum. Bu yüzden Atatürk Kitaplığı gibi zengin bir kütüphanenin ismindeki “kitaplık”ı hep yadırgamışımdır. Ben şahıs kütüphanelerine “özel -veya hususi- kütüphane” denilmesi taraftarıyım ve belli bir sayıyı aşmış her koleksiyonun kütüphane olduğunu düşünüyorum. Genel kütüphanelerde her çeşit yayın bulunur. Özel kütüphaneler ise, kütüphane sahiplerinin başta ihtisas alanı olmak üzere bütün ilgi alanlarını, zevklerini, dünyaya bakış tarzlarını yansıtır. Özel kütüphane, sahibinin bir çeşit biyografisidir bile denebilir. “Bana kütüphaneni göster, sana kim olduğunu söyleyeyim.”

 

3.

Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in “Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?

 

Bir özel kütüphanedeki kitapları yayınevlerine göre dizmek, bence kitabı dekoratif bir unsur olarak görmekten farksız. Aslında genellikle yer darlığı yüzünden özel kütüphanelere sistematik bir düzen vermek mümkün değildir. Önemli olan, kütüphane sahibinin istediği kitabı kolayca bulabileceği kendine has bir düzenleme yapmasıdır. Ben özellikle biyografisiyle yakından ilgilendiğim kişilerin kitaplarını ve onlar hakkında yazılmış kitapları bir arada tutarım. Şu anda kütüphanemde Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Cemil Meriç, Kemal Tahir, Necip Fazıl, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Tarık Buğra, Nurullah Ataç, Hasan Ali Yücel, Ahmet Haşim, Refik Halid Karay, Asaf Halet Çelebi gibi onlarca yazarın özel bölümleri vardır. Onlarla ilgili aradığım her kitabı “şıpınişi” bulurum. Elimin altında bulunması gereken ansiklopedi ve sözlükler çalışma masama elimi uzattığımda ulaşacağım mesafedeki raflardadır. Mesela masal, mitoloji ve destan, kütüphanemde özel bir bölümdür. Kütüphanemin çok zengin bölümlerinden biri de tarih bölümüdür. Sanat Tarihi, Estetik ve Musiki bölümleri de öyle... Kısacası ilgilendiğim konulardaki kitaplar rafların ön sıralarında düzenli bir şekilde yerlerini almışlardır. Kısa vadede ihtiyaç duymadığım kitapları ise rafların arka sıralarına yerleştirir ve işte onları ihtiyaç duyduğum zaman bulmakta zorlanırım. Yer darlığı sebebiyle birçok kitabı sık sık elden çıkardığımı da kaydetmeliyim. Bugüne kadar çeşitli kütüphanelere bağışladığım kitapların sayısı yedi-sekiz bini bulmuştur sanıyorum.

 

4.

Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?

Peşine düşüp de edinemediğim kitap hiç olmadı. Midhat Cemal Kuntay’ın Mehmed Akif’inin ilk baskısının peşine düşmüştüm. 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi isimli kitabım yayımlandıktan sonra dostlarım birkaç nüsha hediye olarak gönderdiler.

 

5.

Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?

Ben yayınevlerini değil, ilgi duyduğum alanlardaki yayınları takip ederim. Kitap fetişisti değilim. İmzalı kitap, ilk baskı gibi meraklarım yok. Ama çalışmalarımda ilk baskıları kullanmayı tercih ederim. Sadeleştirilmiş kitapları mecbur kalmadıkça kullanmam. Kütüphanemdeki kitaplardan beni fazla ilgilendirmeyenleri ihtiyacı olanlara hediye etmekten de ayrı bir zevk duyarım.

 

6.

Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?

Herkes tarafından okunan, herkesin kendini bir yönüyle bulabileceği ortak kitaplar çok önemlidir, çünkü ortak payda olurlar. Bu aslında uzun boylu tartışılması gereken bir meseledir. Son zamanlarda bizde birbirinden çok farklı kesimlerin müştereken okudukları Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halid Karay, Oğuz Atay, Cemil Meriç gibi yazarların eserlerini söyleyebilirim.

 

7.

Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?

İnsanın hayatı boyunca okuyabileceği kitapların sayısı tahmin edilenden çok azdır. Bu rahatlıkla hesaplanabilir. Zengin özel kütüphanelere sahip olanlardan hiçbiri rafları çökerten bütün kitapları okuduğunu iddia edemez. Ama iyi bir okuyucu, zamanla elenerek kendine has bir kişilik kazanan kütüphanesindeki bütün kitapların muhtevasını bilir ve istediği bilgiye kısa sürede ulaşabilir.

 

8.

Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?

Bu soruyu genellikle tamirat gibi işler için evinize çağırdığınız, kitaplarla hemen hiç ilişki kurmamış sevimli adamlar sorar. “Okumadıysan bunları niçin tutuyorsun?” gibi bir soruya muhatap olmamak için “Okudum,” derim, ağızları açık kalır.

 

9.

Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?

Türkiye’de farklı kesimlerin, genellikle kitaba değil, yazarının ve yayınevinin ideolojik kimliğine önem verdikleri için birçok önemli yazarı ıskaladıklarını söyleyebilirim.

 

10.

3 de film önerisi isteyerek bitirelim!

Fikir beyan edecek kadar iyi bir sinema seyircisi değilim.



BEŞİR AYVAZOĞLU




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka