Şimdi
hangi yıldı, nerede okudum anımsayamıyorum ama yıllar önce Turgut
Çeviker hakkında ilk ağızdan ‘yaşanmış’ bir hikâye okumuştum. Ne zaman
bir kitapçokseverin kitaplarıyla kurduğu ilişki hakkında düşünsem aklıma bu
hikâye gelir…
Yanlış
hatırlamıyorsam yeğeni tarafından yazılmıştı, gayet kısa: bir gün, evi tıka basa
kitap dolu olan Turgut Bey ve yeğeni mutfakta otururlarken anlam veremedikleri
bir sebepten ocağın üstü alev almış. Gözü alevleri seçer seçmez anında havaya
fırlamış Turgut Bey ve yüksek sesle KİTAPLARIIIIIM diye ünlemiş! Olaya tanıklık
eden yeğeni, ateşi hemen söndürdüklerini ama yangın çıkma ihtimalinden çok
Turgut Çeviker’in verdiği ilk tepkiye şaşırdığını yazıyordu. İşte bütün mesele:
önce kitap, sonra can!
Hiç
tartışmasız bu kez Türkiye’nin mizah ve karikatür tarihi konusundaki en yetkin
ismini ağırlıyorum Konuşmalar’da. Bundan kıvanç duyuyorum. Turgut Bey’in
ihtişamlı CV'sine internetten ulaşabilirsiniz. Benim o CV’de en sevdiğim şey İris
Yayıncılık’tır. Ve yine hiç tartışmasız ülkemizdeki nice iyi şey gibi İris’in
de kıymeti bilinememiştir. Bu yazıya bir şekilde ulaşmış dostların İris’in Mizah
Kültürü Serisi’nin 2. kitabı olan “Erken İslam'da Mizah”ın (Franz Rozenthal;
kitabın yeni baskısında ve İslâm Ansiklopedisi’ne göre ise Rosenthal) kapağına
şöyle bir bakmalarını öneririm. Kapak-içerik uyumu konusunda daha iyi bir örnek
bilen beri gelsin. (Bu serinin minimal kitap tasarımlarını Murat Yılmaz yapmış.
Turgut Bey’in yine İris’ten çıkmış ‘Hayal’ isimli öykü kitabı ise çok sevdiğim
Bülent Erkmen tasarımıydı.)
Turgut
Çeviker Mart 2019’dan başlayarak İstanbul’dan ayrıldı. Çalışmalarını
Samsun-Çarşamba’da sürdürüyor. Şu an Koç Üniversitesi Yayınları için 10
kitaplık “armağan kitaplar” dizisini hazırlıyor. İlk kitap “Tevfik Fikret” 2020
yılı bitmeden basılmış olacak.
Bir
de 'Kitap Müzesi' tasarısı var ki en kısa sürede hayata geçmesini umut
ediyorum. Her ayrıntısını ilmek ilmek işlediği kitap müzesi
gerçekleştirilebilirse ülkemiz adına saygın bir iş yapılmış olur. Bana kalırsa bu
‘hayal’i için Turgut Bey’e borçluyuz.
M.
Milât Özçelik / 22 Eylül ‘20
|
Fotoğraf: İsa
Çelik |
1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Jean
Paul Sartre’ın Bir Şefin Çocukluğu (Çev.: Eray Canberk), Habora
Kitabevi, İst., 1967, 104s.). Kitabın iç kapağına 30 Temmuz 1969 yazmışım. Bu
kitabı Çarşamba’da lise öğrencisiyken Batı Yaka’nın tek kitapçısı Deniz
Kitabevi’nden almıştım. Kentten ayrılana değin kitaplarımın çoğunu bu
kitabevinden almıştım. Doğu Yaka’daki Aka Kitabevi ve Akyel Kitabevi’nden de
epeyce kitap aldığımı anımsıyorum.
Deniz
Kitabevi, aynı zamanda gazete (Cumhuriyet, Milliyet) ve dergi (Akbaba,
Varlık, Yeni Edebiyat) aboneliklerimin olduğu kitabeviydi. O
zamanlar taşra kitapçıları, çantayla kitap dağıtımı yapan (Hüdaverdi abiyi
anımsıyorum) gezgin dağıtıcılar sayesinde yayıncılıkta güncel olanı
izleyebiliyorlardı.
2.
Kitaplarınızın
oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz?
Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Kadıköy
merkezdeki 125 metre karelik evim bütünüyle kitap, dergi ve arşiv malzemesiyle
tıka basa doluydu. Böyle bir kitap birikimi kütüphane ve arşiv olarak
tanımlanabilir ancak. Öyleydi de. Bu manzara Mart 2019’da bozuldu. Taşraya
taşınma kararı aldım ve mizah kültürü kitaplığımı ve arşivimi Nesin Vakfı’na
bıraktım. Sınırlı sayıdaki imzalı kitaplarım dışında bütün imzalı kitaplarımı
ve 1950’lerin birkaç önemli magazin dergisini TESAK’a bıraktım. Birçok kitap ve
dergiyi sahaf kardeşime, bazı yayınları sevdiğim birkaç genç sahafa armağan
ederek yükümü hafifletmiştim.
İstanbul’dan
ayrıldığımda 6 bin civarında kitap, –125’i tam takım– 850 başlıktan oluşan
dergi koleksiyonum vardı. Kitap ve dergi koleksiyonlarımın şimdiki durumu bile
bir kitaplık olarak tanımlanabilir.
Kitaplıkların
kütüphaneye evrilmesi öncelikle çeşitlilik ve ardından sayısal bir ölçüt
içeriyor kanımca.
3.
Ülkemizdeki
insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre
dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in“Kitap Yerleştirme
Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan, Ekim 1987) yayınevine
göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz?
İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Kitaplar çoğaldıkça onları raflara yerleştirme
ciddi bir sorun olarak kendini gösteriyor. İlkokuldayken annemin bana verdiği
küçük bir komodinde ilk kitaplığımı kurmuştum. Kitapların ön veya arkasına
etiket yapıştırıp sıra numarası veriyordum. Komodinin üst çekmecesinde ise
büyük bir Quink mürekkep kutusunu kumbaraya çevirmiştim. Harçlıklarımı oraya
atar, biriktikçe kitap için harcardım.
Kitap
alıcısı ve kitap okuyuculuğu tarihim, aynı zamanda güzel bir kitaplık mobilyası
hayaliyle de geçti diyebilirim. Bu hayal, belki de bütün ciddi okurlar için
geçerlidir. Kitaplığımda öncelikle yazarlara, sonra türlere göre sıralama
yaptığımı anımsıyorum. İstanbul’daki son tasnifim bile böyleydi. Taşrada farklı
bir şey denedim. Kitaplarımı telif ve çeviri olmak üzere ikiye; onları da yazarlara
ve türlere göre ayırdım. Ancak tüm kitaplarını edindiğim Dost Kitabevi ve Notos
Kitap’ın yapıtları bir aradadır. “Babil Kitaplığı”, YKY Kâzım Taşkent
Klasikleri gibi dizileri bir arada tuttum. Sonuçta, kitapların raflara
yerleştirilmesi çok kişisel bir şeydir. Bu konudaki disiplin kütüphanelere
yaraşır.
4.
Artık
‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen
‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki
bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve
başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Aradığım
kitaplara daima kolayca ulaştım. Yayıncılık alanında çalıştığım için birçok
yayıneviyle dosttum; bu bana kitapları ödeme yapmaksızın alma olanağı da
sağladı. YKY’de çalıştığım 3 yıl boyunca çıkan her kitap çalışanlara
karşılıksız veriliyordu. Belirli bir tarihten sonra kitap harcamalarım azaldı,
ilgi alanıma ilişkin kitap ve dergi koleksiyonlarıma kaydı. Örneğin dergiler
için çok para harcadım.
Fahrenheit 451’in ilk
baskısını yıllarca aradım, ancak çok yüksek paralara satıldığı için
alamamıştım. Sanırım 5-7 yıl önce Gezegen Sahaf Müzayede’lerinden birinde
(Aslıhan, Beyoğlu) bu kitabın İngilizce çok özel bir baskısı satışa sunuldu. Üstelik
yazarından imzalı ve “imza sirküleri” eşliğinde. Doğrusu başım dönmüştü.
Refik Erduran
ile Ertem Eğilmez’in Sel Yayınları’ndan 1950’lerde yayımlanmış Fahrenheit
451’in intikamını alma olanağı çıkmıştı karşıma. Artırma 900 TL ile açıldı.
2 pey sonra 1000 TL vurdum ve kitap bende kaldı. Kitaplığımın maddi değeri en
yüksek kitabı bu. Onu, hayalini kurmayı sürdürdüğüm “Kitap Müzesi”nin “Yakılan
Kitaplar Salonu” için bir “Taç Kitap” olarak almak istemiştim. Kitap hâlâ
bendedir.
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz
serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz
hangileri?
Tan Evi’nin
“Cep Kitapları Serisi”ni beğeniyorum ve eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
Gerçek Yayınları’nın “100 Soruda” dizisini de çok beğeniyorum. Kapanan bu
yayınevinin işini bugün bir yayınevi üstlense çok iyi bir iş yapar. Bu denenmek
istendi, ancak proje gerçekleşemedi. Sanırım popüler bir yayın dizisi olmayışı
ve sabır gerektiren bir iş olduğu için gerçekleşemedi. Varlık Yayınları’nın
“Cep Dizisi”ni özlüyorum.
Bir Doğu Alman
yayınevinin ülkelerin bir(kaç) şairle temsil edildiği şiir kitapları dizisini
Türkiye’de İyi Şeyler Yayıncılık üstlenmişti (bu Gültekin Emre’nin
gerçekleşmesini istediği bir projeydi). Cevat Çapan’ın yönetiminde, özenli
çeviriler ve sıra dışı tasarımlarla 100 civarında kitap yayımlandı. Bir reklam
ajansının hobi yayıncılığı olduğu için bir yerde sonlandı. Bu diziyi de
özlüyorum.
6.
Hermann Hesse Robert
Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru
olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye
yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Ben daha çok, meslek sahibi olmak için değil,
aydınlanmak ve bu arada bir ilgi alanında kendini yetiştirmek için okuyanlara
güveniyorum. Onların beğendikleri her yazar, okudukları her kitap, daha yaşanır
bir dünyanın tuğlası olacaktır. İnsanlığı yetiştiren bütün yaratıcılar ve
yapıtları benim için “ortak” olandır.
7.
Alıp da
okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne
söylemek istersiniz?
Alınan her
kitabı okumak kolay bir şey değil. İnsan ömrü yetmeyebilir buna. İlgi
alanlarımızın çeşitliliği kitap alışlarımızı artırıyor. Bir yayınevinde
çalışıyorsan, birçok kitap kolayca eve girebiliyor. Zamanla eleseniz bile
mantıklı bir seviyeye getirmek kolay değil.
Ciddi kitap
okurları, aynı zamanda kitapları saklayan, onları seven, okşayan insanlardır.
Sevdiğiniz bir kitabın her baskısını edinmek gibi sıra dışı bir davranışımız
bile var. Şu kitapların Türkiye ve dünyadaki baskılarını topluyorum: Fahrenheit
451, 1984, Küçük Prens, Komünist Manifesto, Kızıl
Kitap… Onları okumak için değil, bakmak için topluyorum. Bir hayalhanedeki
yerine oturtmak için topluyorum.
Henüz
okuyamadığım kitaplar için şunu söyleyebilirim:
– Bekleyin
beni, henüz ölmedim!
8.
“Bunların hepsini okudun mu?”
sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Evimi
gören, musluk tamircisinden, eski okul arkadaşlarından, genellikle onlardan,
“Bu kitapların hepsini okudunuz mu?” sorusu gelir. Beni intihar ettirecek
sorulardan biridir bu! Yanıtım şöyle bir açıklama olarak belirir:
–
Bankadaki paralarınızın hepsini harcar mısınız?
Kimi,
bankada parasının olmadığını, kimi ise “Hayır” diye yanıtlar.
Sonra
şöyle sürdürürüm sözlerimi:
–
Bankadaki para gerektikçe harcanır değil mi?
–
Evet.
–
Kitaplar da birden okunamaz, zaman içinde ihtiyaçlara göre okunur.
9.
Iskalandığını
düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
2014’te Ahmet Rasim’in
doğumunun 150. yılıydı. Bu büyük halk yazarı için tek bir yazı bile gözüme
ilişmemişti. Bugün doğumunun 156. yılını idrak ediyoruz! Ahmet Rasim birçok kez
basıldı, basılıyor; ancak hakkıyla basılsın, dergiler özel sayı yapsın, bir
“Ahmet Rasim Sözlüğü” hazırlansın istiyorum. Sabri Esat Siyavuşgil’in, Ahmet
Kutsi Tecer’in bugün değerlerinin bilinmediğini düşünüyorum. Eski edebiyat
dünyamız, birçok unutulmuş yazarla dolu; adeta bir mezarlık!
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
1) François
Truffaut, Fahrenheit 451 (1966),
2) David
Jones, 84 Charing Cross Road (1987),
3) Jean-Jacques
Annaud, Gülün Adı (1986).
TURGUT ÇEVİKER
Yorumlar
Yorum Gönder