Ana içeriğe atla

Kör Randevu


“Onun güzelliğini takdir etmek özel bir zevk sahibi olmayı ya da olağanüstü bir seziyi gerektirmiyordu.
(...)
Bu kadına tamamen sahip olmayı ne kadar az düşünürse, onu yitirmenin yapacağı etkiyi de o kadar az düşünürdü.”

Jerzy Kosinski Kör Randevu



Kosinski, “Kör Randevu” kitabında başı-sonu,muntazam bir kurgusu olan bir hikâye anlatmak yerine bir çeşit seks rehberi sunmak istemiş bana kalırsa.
 
İlk seks Freud'a bir selâm!

(Anlayan anladıysa geçelim...)

Diğer tüm ilişkiler birbirinden farklı insanlar ve şekillerde ‘icrâ’ ediliyor.

(Anlatması zor!)

 Hattâ kitapta bir de seks sözlüğü var.


Şöyle ki;

baş: kavun,
ağız: kilit,
eller: kıskaç,
sırt: üst güverte,
memeler: nokta,
meme uçları: kontak,
göbek: tepsi,
bacaklar: sopa,
uylukların arası: yarık,
kebaetler: yastık,
kabaetlerin arası: kanal.





Anlatılan ilişkilerin en ihtişamlısı sona saklanmış. Hayatım boyunca böyle bir anlatımla rastlaşmadım –seksi tarif sınırlarında söylüyorum bunu…

Uçuk, ürkütücü ve çılgın bir anlatımı var bu ‘son tango’nun.

George Levanter’in tipiye yakalandığı sahneden bahsediyorum...

Edebiyat tarihinin en unutulmaz ve eşsiz sonlarından biridir bence bu.

Yazarın Levanter'i ölümün kıyısındayken 'götürdüğü' yer şaşkınlık yaratmıyor okurda belki, ama bunu anlatış şekli, o garip üslup...
Hakikaten de tarifsiz!

(Okurun tam da bu noktada Kosinski'nin intihar ederek hayata veda etmiş bir yazar olduğunu hatırına getirmesi gerek. Hatta neden intihar ettiğini de kendi araştırması neticesinde öğrenmesi gerek!..)

Kör Randevu gerçek bir “modern zamanlar” klasiği. Güncellenmiş bir Decameron!

Çağımızın
 tatmin olmayan insanının şehvet, gizem ve macerayla harmanlanmış bir özeti âdeta.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Muallakat ve Şairleri: Bir elin ağza gidişi gibi...

Etel Adnan Muallakat ( muallakāt) , câhiliye döneminde yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonuna verilen addır. (Hangi şairlerin şiirlerinin bu derlemeye dâhil edildiği ve sayılarının kaç olduğu konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.) Sözlükte,  “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek” anlamındaki alak (alâka) kökünden türeyen muallaka kelimesinin çoğulu olan muallakat “beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan, sergilenen şiirler” demektir. Rivayete göre muallakat, câhiliye devri Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda düzenlenen şiir yarışmalarında eleştiri süzgecinden geçerek seçilmiş, keten bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Muallakat şairlerinin en eskisi, milâdî VI. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul edilen İmruülkays b. Hucr ’dur. Diğerleri bu asrın ikinci yarısında hayat sürmüştür. Bunlardan sadece Lebîd b. Rebîa