Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten
Edip Cansever, Umutsuzlar Parkı VIII
Kâğıtlar, kitaplar doldururdu bizi
Edip Cansever, Gökanlam IV
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
İsmet Özel, Propaganda
güneşin zekâsıyla doymak isterdim
kaba solgun kâğıtlar sunardı
şehrin insanı bana
İsmet Özel, Üç Firenk Havası - 2. Ölüm Cantabile
Ahh!
Başlamak en zorudur, bileceksin... Hoş, bilmemkaç kuşağın gözleri
önünde cereyan etmiş altmış yıllık bir Çetin Altan numarasını bilmez değiliz;
"aslında bugün yazı yazmak gelmiyor içimden..."
Oysa benim durumum farklı, yazmak istiyorum, 'yazasım var'!
Buna mukabil 'bütünlüklü' bir metinle karşı karşıya değilim. Yazmak istediğim şey bir 'dergi'.
Şükür ki dergi denen güzelliğe yabancı biri değilim. Bu konudaki
'görgümün' çok da kötü olmadığına inanırım. (Sahi; bu durumu dert edinenler de
var mı? Ya da; kaldı mı? Onca yoksulluk varken... Türkiye'de
yalnızca edebiyat dergisi olarak çıkan 125 civarında yayın mevcut. Çok mu?
Değil tabii ki. Övünülüp durulan ve devlet
destekli arttırılmaya
çalışılan nüfusumuzu düşünün. Zaten bu dergilerin en az 100 tanesinin 200 adet
bile satılamadığını düşünüyorum. Dergilerin nitelikleri ise apayrı bir konu.
Mufassal mesel, şimdilik erteleyelim. Yalnız şunu söylemesem olmaz, çatlarım:
biz buna müstahakız!) Ama daha önce üç-beş cümleyi geçmeyen ve 'ötüşmeler
türü'nde yazılmış kimi dergi değerlendirmelerim dışında bir şeyler yazmamıştım
dergilerle ilgili. Zor çünkü. Ne diyeceksin; iyi, kötü ya da orta?!
Bir yerden başlamak lazım... Belirtmek isterim ki benim "ah
neden yığınlar şunu, bunu
ve de onu okumuyo, dinlemiyo, izlemiyo..." gibi dertlerim hiç olmadı. Bir şey'e az kişinin değer
vermiş olması onun kıymetini düşürmez... Hem tarih kötüdür. Eskilerin de dediği
gibi.... (Farkındaysanız hâlâ giremedim konuya! Giremiyorum da. Ne yapıcam
şimdi ben. Şu parantezler olmasaydı nice olurdu benim hâlim. Bir tek burada
rahatım! Yoksa burdan mı yürüsem... Neyse, son bir deneme daha.)
Mürekkepbalığı Dergisi'ni anlatmak, tanıtmak yerine derginin mutfağındaki
isimlere güzel bir mektup yazmayı yeğlerdim. O günler de gelir. Hele bir hangi
kalemi alacağımıza karar verelim, kâğıdın hasının nasıl anlaşılacağını iyice
bir öğrenelim...
Adım adım gidelim. Mürekkepbalığı bir "Yazı Kültürü"
dergisi. Ne demek bu? Yazı işte... (Bunu da mı açıklayayım yani? Herşeyi benden
beklemen doğru değil.) Tüm veçheleriyle, yazı. Misyon
bu!
Dergi, yayın yönetmeni Özge
Dinç'in zarif el yazısıyla yazılmış iki sayfalık bir 'Merhaba' mektubuyla
açılıyor. Sol elle yazılmış bir mektup. Hımm!.. Girişi çok iyi düşünmüşler ve
dolmakalem-mürekkep fiyatlarından bahsetmişler. Yazıyı yazan kişi eğitmen-yazar Emre Çalışkan. Ben bunu küçük
bir gözdağı olarak algıladım doğrusu! Yani diyorlar ki, baak, oğluum, şşş, bu iş öyle ucuz
diil, gustom da gustom diye tutturursun bak sonra... Öhm! Tabii, ben böyle şeylere
pabuç bırakıcak bir okur değilim. Devam ettim okumaya...
Mimar, tanburî Celâleddin
Çelik Bey'in "Kulaktan
Dolma" köşesine bayıldım. İlk işlediği konu harikulade idi. Kimbilir
daha neler anlatacak bize. Entelektüel dedikodulara tavım vesselam. Derginin
ileriki sayılarında da büyük bir alâkayla takip edeceğim bir köşe olacak bu kulaktan dolma, ister inan
ister inanma hikâyeleri... (Şu köşe lafına da fazla takılma sayın okur,
yılların gazete okuruyuz, bir nevi meslekî deformasyon sayılır bu da... Yoksa
'bölüm' demeyi de biliriz evvelallah.)
Çevirilerin sonraki sayılarda daha da artacağını umud ediyorum.
Dergide böyle bir eksiklik görmedim. Ama bunun işi daha da renklendireceğine
inanıyorum. Seyreyle o vakt alaimisemayı!
Arkeolog-yazar Ali
Rıza Karadağ "Yazı
Tarihi" başlığı-klişesi altında yazmış, yazacak. Böyle bir dergi
için şart tabii ki. Ve fekat! Kâtip Çelebi'den bahseden çok
yazı okudum ama bu kadar güzeline az denk geldim diyebilirim. Ben, misal, bir
romanı okurken olaylar gerçek mi değil mi gibi şeylerle zihnimi meşgul
etmektense 'bu kitabın yazarı tam da şimdi okuduğum bölümleri yazarken nasıl
oturuyordu o masada, nasıl kıvranıyordu, yoksa ayakta mı yazıyordu o da' gibi
şeyleri düşünmeyi tercih eden okurlardanım. "Kâtip Çelebi'nin Yazı
Masası" harika bir yazıydı. Gelecek yazıları iple çekiyorum.
Şair Nihat Ateş'in
"Defter" bölümünde yazdıkları öğreticiydi. Bakalım
bundan sonra neler anlatacak!
Tipograf Onur
Yazıcıgil'in kendi tasarımı "Duru Sans" yazı
tipiyle yazdığı yazı da, bunu tasarlama hikâyesi de nefis bir deneyim oldu
benim için. Hiç bilmediğim, neredeyse dikkatimi dahi çekmemiş konulardı bunlar.
Kendisine en kalbi teşekkür ve naçizane tebriklerimi sunuyorum. Ayrıca; bence
de 'iblis şımarıktır'!
Özge Dinç ve Mehmet Çelik'in dergideki iki
söyleşisinden ilki var sırada... Sayın Ali
İkizkaya ile yapılmış tuhaf
bir söyleşi. Ali Bey bir mühendis (keşke ne mühendisi olduğu da belirtilseymiş,
zira ben de mühendisim, belirtilseydi çok sevinirdim gerçekten, bir yerde bir
kişinin mühendis olduğundan bahsediyorsanız mutlaka ne mühendisi olduğu da
belirtmeli, çünkü disiplinler arasında büyük farklar vardır, evet, dediğim gibi
mühendis denmiş Ali Bey'e ama ne mühendisi olduğu belirtilseymiş iyiymiş, ben
de mühendisim çünkü, belki de meslektaşımdır, biraz gurur duyardım belki, çokça
da kıskanırdım tabii... evet, ne diyorduk...) ama 'uğraştığı' konular o kadar
garip ki! Evinde özel, el yapımı defterler ve mürekkepler yapıp satıyor.
Derginin çok beğendiğim bir yönüne burada bir eleştiri getirmek istiyorum.
Herşeyin fiyatını açık açık belirtmişler, kalemdir, mürekkeptir... Keşke Ali
İkizkaya tasarımlı bir defterin de ne kadar bir ücrete alınabileceğini
sorsalardı... Ayıp değil ya. (İlgilenen arkadaşları Ali Bey'in bloğuna
yönlendirmek istiyorum, mutlaka biraz vakit ayırın: http://yazmakkeyiftir.blogspot.com/ ....
Hey adamım, vakit ayır dediysek, benim yazıyı okuduktan sonra yap dedim, ne
öyle hemen ilk fırsatta kaçmalar.) Ben ücretleri gördükten sonra çok şaşırdım
doğrusu! O emeğe, özene bu fiyatlar. Söyleşi beni korkutmuştu, sittin sene böylesi bir defter
alamazsın Milât demiştim...
Güzel hediye olur böyle şeylerden. Ali Bey'i keşfettiğim iyi oldu.
Mürekkepbalığı'nın
ilk sayısının en bomba işi ise sayın Birgül
Ergev hanımefendinin
anlattığı "Meydan Larousse Anıları". (O değil de, şu
'bomba' lafı yakıştı mı sana?) Kim yok ki bu anılarda; Ece Ayhan, Hakkı Devrim, Berke
Vardar, Nezihe Araz, Adnan Benk... Oğuz Atay! Hele Oğuz Atay için paylaştığı malumat: Oğuz Atay o dönemlerde (70'lerin başları) kısa film çekiyormuş! Bu ülkede kendine
edebiyat tarihçisiyim diyen biri var mı? Bilmiyorum. Orhan Veli'nin sevgilisinin
ismini bulamadılar daha, Oğuz
Atay'ın çektiği film/ filmlerin akıbetinin ne olduğunu söyleyebilen
birileri çıkar mı? Sanmıyorum. (Bu davanın takipçisi olucam!)
Orçun Üçer'in
yazısı çok şıktı. İhtişamlı bir tevazu içinde yazılmış bir yazıydı. Kendisini
kutlarım. Hep böyle kıyıda köşede kalmış, unutulmuş tozlu kitaplardan bahsetsin
isterim. (Birden üslûbum değişti sanki, farkettin mi?)
Bence ilk sayının en muzip yanı Burçin
Aydoğdu'nun "Kul" kelimesinin etimolojisinden
bahsetmesinden sonra -şahane bir yazıydı, neredeyse heceleyerek, tane tane
okudum ki iyice nakş olsun zihnime- Arzu
Erol'un "Kitapların Sergüzeşti" köşesinde 'bendeniz' kelimesini kullanmasıydı. Ehe!.. (Ya
ne biliyim, bana komik geldi! Çok mu ayrıntıcıyım yoksa... O halde
arttırıyorum: bunun Arzu hanıma yönelik bir komplo olduğunu düşünüyorum.
Yazıişlerinde paralel bir yapılaşma söz konusu Arzu hanım, dikkatli olun!)
Bence Arzu Erol'un yazısı
Burçin beyin yazısından önce ya da son sayfalarda okura sunulmalıydı. Ayrıca
Arzu Erol'un köşesi/ bölümü, neyse, çok önemli. Başka hangi kitapları konu
edinecek acaba... Kullandığı dil de çok güzel, bunu da belirtmek isterim. Bu
kadar mütevazı olmasına gerek yok. Kendisi en az benim kadar iyi bir okur,
yani, o yolda ilerlediğini söyleyebilirim, evet. (Şaka şaka, beni üç'le çarpıp
beş'e böler.)
İkinci söyleşi bir eski zaman beyefendisiyle, Kâmil Özkartal ile yapılmış... Kendisi mimar ve 'hikâyesi
olan dolmakalamler' koleksiyoncusu. (Dergiyi okuyanlar bkz: Ali İkizkaya'nın
koleksiyonerler için söyledikleri, sy 28!) Ben bu insanların soyu tükendi
sanıyordum. Çelik Gülersoy öleli on yılı geçti... Neyse ki hâlâ
var böyle insanlar. Belki birgün bana da bir mektup yazar... Hep Doğan Hızlan, hep Doğan Hızlan. Tabii, Milât kim ki...
Zeynep Bornovalı bir Grafolog. Yani yazıbilimci. İşini daha doğru
ve kolay anlaşılabilsin diye 'el yazısı bilimi' olarak ifade etmeyi tercih
ediyor. Yazısından çok istifade ettim, pek şaşırdım, ziyadesiyle meraklara gark
oldum. Ama beklerdim ki yazının başına aldığı Mata
Hari'nin elinden çıkma el yazısı için de bir şeyler söylesin. (Yoksa bu
yazıyı o değil de editörler mi aldı dergiye?) İleriki sayılarda da yazacak mı
Zeynep hanım? Eğer yazacaksa neler yazacak? Bekliyorum! Sahiden de insanın el
yazısından sağlık durumuna ilişkin 'tahminlerde' bulunulabilmesi çok ilginç bir
konu. Bu konunun 'abartılmadan' da olsa bir miktar daha popülerleşmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Eveeet! Geldik en sevdiğim bölüme: "Ekslibris". Bu konuyu, kelimeyi ilkin Yasemin Çongar'dan duymuştum.
Sonraları kütüphanenin birinde tozlu raflar arasında gezinirken Hasip Pektaş'ın YKY'den çıkan "Ex
Libris" kitabını (1996) görmüş, okumuş, Ekslibris örneklerine bakmış,
görmüş ve âdeta uçmuştum! O günden beri bana özel bir Ekslibris'in
tasarlanacağı günün hayalini kuruyorum... Birgün olacak, bunu biliyorum! (Cesur
tasarımcılar aranıyor!) Prof. Hasip
Pektaş giriş mahiyetinde bir ilk yazı yazmış ve okuru büyük bir
merakla ileride tüm yönleriyle işleyeceği Ekslibris yazılarını beklemeye davet
etmiş. Çok güzel yahu... Müthiş bir sanat bu. Bir "yazı kültürü
dergisi"nin böyle bir konuyu ihmal etmesi intihar olurdu elbette. Ve ne
iyi etmişler, konunun en mühim isimlerinden birini dergi bünyesine katmışlar. İlhanBerkvari bir nida ile söylersem; harika,
harika...
Ali İkizkaya her sayıda bir kalemi
'inceleyecek'. Evet, sonunda bize bunu da yaptı bu canım insanlar. İyi çipetpetler bunlar. Bi' harika
nidası daha!..
Bir yerde mürekkepten bahsedilir de koku unutulur mu?
"Koku" başlığı altında yazacak olan isim Vedat Ozan. Dergiden öğrendiğim
kadarıyla Vedat Bey koku üzerine dört ciltlik (rakamla, 4 ciltlik) bir çalışma
üzerinde çalışıyormuş. Müthiş! Önümüzdeki sayılarda çıkacak yazıları kadar bu
eserinin de bekleyicisi, takipçisi olacağım.
Serap Aykut'un "Günlük"leri
çok enteresan. Çünkü Serap hanım bir erkek berberi ve bu günlükler işiyle,
yaşadıklarıyla ve en önemlisi müşteri profilinin (erkek cinsinin!)
açmazları ile ilgili!.. Berberlik müessesi benim çok üzerinde durduğum,
düşündüğüm, gözlemlediğim bir şey,
kurum! İlk yazıda a'ların yarım kafiye yaptığı şirin cümleler gördük, eminim
daha ilginç şeyler de göreceğiz, okuyacağız... Meraktayız, takipteyiz!
Böyle bir dergide Özge Dinç'i "Yazı
Kitaplığı" konusunda, külliyatında yalnız bırakmamak lazım. Mehmet Çelik'in de konuyla
alakalı her sayıda bir kitap değerlendirmesi yazmasını isterim. Hatta tanıtılan
kitap sayısı üç'te de sabitlenebilir. Orçun
Üçer'in yazıları da bu konudan azade değiller zaten. Evet, en az üç
kitap!.. Özge hanım Zeki Tez'in akademik titrinin (Prof. Dr.)
kitap kapağında belirtilmemesine takılmış. Peki bunu bizzat Zeki Bey'in
istemediği ne malûm! Ben bu konuya tamamen farkı bir yerden bakıyorum, bence
akademisyenler yazdıkları kitapların kapağında unvanlarını kullanmamalılar.
Şartsa iç sayfalarda verilecek olan küçük bir biyografik metinde bu
belirtilebilir... Zeki Tez'in kitabından haberdardım. Özge hanımın da çok doğru
tesbitiyle 'bir ara alırım' gibi bir ertelemeye bırakmıştım. Fazla ertelemesem
iyi olacak! Gelecek sayılarda işlenecek kitapları merakla bekliyorum.
Kırtasiyecilerle
yapılan ankette Sirkeci
esnafının nabzı tutulmuş...
Semt semt ilerleyecekler sanırım!
Aa, bitti!
Dergi elime ulaşır
ulaşmaz, aynı gün okuyup bitirmiştim zaten. Yazıyı birkaç gün ertelemek zorunda
kaldım... İhsan Oktay Anar'ın
-tüm eserleri gibi- müstesna romanlarından Suskunlar'da
dediği üz're: "Kusur benim imzamdır." Yazdıklarım da benim
gibi kusurludur. Belki de sırf bu yüzden çekilir olabiliyorlar, olabiliyorum...
(İkincisinden emin değilim!) Bugün son gününü yaşadığımız 2013 yılının ikinci
yarısında, doğduğum ay olan Temmuz ayının sonlarında açtım bu bloğu...
İçerisinde doksan civarında yazı var ve %90'ı benim elimden çıkma! Pek nadiren
ve özel durumlarda (Camus'nun 100. yaşı için, Sarah Kane'in bitmeyen çilesi
için vs.) alıntıları bloğuma taşıdım. Önceleri, tadını bilmediğim ve önemini de yeterince
kavrayamadığım bir mecra olan blog âlemindeki ilk yılımı bir "Yazı
Kültürü" dergisiyle kapatmaktan büyük bir mutluluk ve garip bir hüzün
(yazının hüznü?) duyduğumu ifade etmek isterim. Böylesi bir dergiyle ve
tabii ki böylesi insanlarla (okurundan düzeltmenine kadar) hemdert
olmaktan memnunum. Umarım birgün tanışmak ve aynı masa etrafında oturup
konuşmak da nasip olur...
İyi yıllar
arkadaşlar!
Yazıyla, mürekkeple
ve güzel bir kitapla karşılaşınca yeniden ortaya çıkan, o dinmeyecek heyecanla,
şaşkınlıkla, mutlulukla...
Sevgilerde,
Milât
Bu şarkı hepimize;
Yorumlar
Yorum Gönder