“Kendini, büyük sırlar taşıyormuş
gibi satmaktan daha kolay ne var dünyada?”
(Herman
Melville)
Hayatımın önemli bir bölümünü
sevdiğim yazarlara mektup yazmakla, evet, heba ettim!
Uzun, daha uzun, çok daha uzun
mektuplardı bunlar. Mektupların muhtevası garip bir şekilde gittikçe
genişliyordu. Salinger'ın bu konuyla ilgili öğüdünden bihaber
giriştiğim bu saçma eylem bir yerde tıkandı! Tıpkı Forrest Gump gibi,
anlamsız bir koşuyu, daha da anlamsız bir 'duraklamayla' sonlandırdım.
Şimdi, burada 'ismini vermek
istemediğim' çok sevgili bir yazarım, birgün, 'yazarlar ve mektuplar'
hakkında bir yazı yazdı. Ve uzun uzadıya mektupların, mektup yazmanın, onlara
cevap vermenin ne kadar önemli olduğundan bahsetti.
Büyük bir heyecanla elimdeki
gazeteyi bir kenara bırakıp bilgisayarın karşına kuruldum. (Bazı yazarlara
yazAmazdım! Pek azında varlığına şahitlik ettiğim o gizemli ihtişam beni
korkuturdu.) Muhtaç olduğum kudret parmaklarımdaki taşralı tecessüsünde
mevcuttu artık! Aranan cesaret bulunmuştu...
Yazdım. Upuzun bir mektup yazdım.
Onun iyi bir okuru, sâdık ve sessiz bir takipçisiydim. Benim için gizli bir
hazine değilsiniz ama buna rağmen sizi seviyorum, demeye getirdim biraz.
Bilinmek istedim!
Evet, doğru tahmin: cevap yazmadı.
İyi dersti benim için. Herkesten
ve herşeyden birşeyler öğrenilebileceğinin idrakinde olanlar için, şüphesiz ki,
bundan da alınabilecek birtakım ibretler vardı! Küsmedim tabii. 'Denk geldikçe'
okumaya devam ettim yazarımı.
Birgün, bir mektup daha yazdım.
Kısacıktı ve neredeyse anlamsızdı. Nasılsa cevap vermez düşüncesiyle özensizce
ve en önemlisi bana yakışmayacak kalibrede bir 'mektuptu'.
Lanet olsun, yine doğru tahmin:
cevap yazdı.
Üstelik uzun bile sayılabilirdi!
Sayfalarca tutan mektuplarıma verilmiş o 'sevecen tek cümlelerle' yaşamaya
alışmış biri olarak, bununla mutluluk bulmuş biri olarak, bunu, evet,
kanıksamış biri olarak niceliği gözardı etmem olanaksızdı. Bu ziyadesiyle
dikkat çekici bir girişimdi. Verilen cevap uzundu. Yani, nasıl desem, şöyle
yarım sayfadan biraz daha az.
Mektubu defalarca okudum.
Yazarım, bana birşeyler söylemekle kalmıyor, sorular soruyordu.
Bu kez faka bastın, hayır: ona
cevap yazmadım.
O günden sonra bir daha hiçbir
yazara, yazarıma ve hatta dostlarıma bile 'öylesi' mektuplar yazmadım.
- Sonsuz gergin ve öfke
nirvanalarında boğulan hâlime anlam veremediğini söylüyorsun. Beni sahte
buluyorsun. İşte, sana işe yaramaz bir cevap: Benim geri kalan hayatım boyunca
ağırlığı altında kamburlaşacağım tafsilatlı bir cevap borcum var. Anlıyor
musun?
Yorumlar
Yorum Gönder