Çetin
Altan’ın limonata tarifini bilmeyen yoktur. Olabilecek en sade biçimde tarifini
verdikten sonra hayati bir meseleye dikkat çeker: “Böyle
bir limonata ultra süper bir zenginlik sorunu mudur? Hayır, sadece bir yaşam sevgisiyle,
bir yaşam zevki sorunudur. Bu, çok önemli midir? Bir kez gelinip, bir kez
geçilen dünyayı, en sade koşullar içinde dahi, ıskalamamanın göstergesi olduğu
için, çok önemlidir.”
İşbu
yazı üzerine düşünürken aklıma ilk gelen şey Çetin Altan’ın yazısı oldu. Çünkü
Yalın Alpay’ı okurken, dinlerken bir yanıyla hep ‘yaşama sanatı’ndan dem
vurduğu intibaı oluştu bende. Bu, çok önemlidir.
Lafa
dedikodunun faydalarından başlayıp simülasyon çağında roman okumaya, şairin
dediği gibi oradan oraya/oradan oraya, sonra kıskanç Almanya’ya ve onun tarihçi
sinemacılarına doğru… İlker Canikligil’in Yalın Alpay ile yaptığı apaçık
video-söyleşilerin benim için ilginç yanlarından biri de şu oldu: her
defasında, bir entelektüelin retorik konusunda bu ölçüde mahirleşmesinin
ardında yatan düşünsel geçmişi düşünürken buldum kendimi. Bunun yalnızca
okumakla olamayacağı aşikâr. Bu, başka türlü bir kendini gerçekleştirme işi…
Doğrusu
hem belâgatinden hem nezaketinden etkilendim. Sanatla kurduğu aşkın ilişkiye
imrendim. Hatta abartmakta beis görmüyorum ve “Yalın
Alpay’ı hiç dinlememiş/okumamış insan bir kader kurbanıdır... Hiç şeftali
yememiş bir insan gibidir” diyorum! Çünkü Bernhard’ın dediği gibi, “Abartmadan
hiçbir şey söylenemez.” Söylemiş bulundum ben de.
2020
yılının ikinci yarısında yaptığımız bu konuşmadan sonra Yalın Alpay’ın
sözlerinin daha ne düşüncelere gebe olduğunu, nerelere ulaşacağını ve geniş
kitleler üzerinde ne tür bir etki bırakacağını kim bilebilir ki! Öte yandan
alsolan bir kez gelinip, bir kez geçilen şu dünyayı, en sade koşullar içinde
dahi ıskalamamak. Bu soruların, cevapların bunun küçük bir göstergesi olması
ümidiyle...
M.
Milât Özçelik / 27 Ağustos ‘20

Yorumlar
Yorum Gönder