Ali Şeriati kendisini şöyle tanımlıyor:
“Güvenilir ama sürekli dalgalı bir gerçeklik.”
Bir başka yerde, Yalnızlık Sözleri’nde ise şöyle der:
“Keşke, keşke, keşke! (Benim hayatım ‘keşke’ hayatıdır!)”
[Cilt II, sf. 310.]
Bu ülkede Şeriati'yi en iyi anlamış insanlardan biri olduğunu düşündüğüm Cihan Aktaş bir yazısında demişti ki:
“[Ali Şeriati,] sunduğu zihnî ve eylemsel çabanın yanına yaklaşamayacak insanlarca, “kafası karışık” diye suçlandı; oysa düşünen kafa elbet karışık olurdu. Kimileyin mitolojik (metaforik) göndermeleri nedeniyle sapkın olduğu öne sürülürken, kimileyin, “iyi hoş ama Şii olmasaydı” diye yorumlanarak ötelendi, şaşırtıcı soruları ve cevaplarıyla birlikte.”
Benim, içinde bir dünya dolusu sıfır barındıran çocukluğum, biraz da Ali Şeriati'ye tekabül eder aslında… Nasıl olmasın, işte: Yalnızlık Sözleri’nin mürekkebi gibi ak, Anne-Baba Biz Suçluyuz diyecek kadar kara olan Ali Şeriati, çocuklarına bıraktığı vasiyetnamesinde mirasını şöyle özetliyordu:
“Kitap, fakirlik ve özgürlük.”
Ne çok şey söylemek geliyor içimden onun için…
Belki karşılaşırız, şol cennettin yalnızlığında. Karşılıklı oturur, sonsuzluğun ne de sıkıcı olduğundan, o büyük boşluk duygusundan, sevginin haşyetinden ve daha bir sürü şeyden konuşurduk.
Yorumlar
Yorum Gönder