Ana içeriğe atla

Bibliyofil Konuşmaları #24: Yalçın Armağan

  

Yıllar önce, birkaç kitabı da olan, dergi çıkaran şair bir büyüğüme, İkinci Yeni içinde kendisini en yakın hissettiği ismi sormuştum. Hiç duraksamadan Cemal Süreya demişti. Arada bir uğradığım dergi ofisinde yaptığımız sohbetleri çeşitlendirmek adına, biraz da ‘öylesine’ sorduğum bu soruya aldığım yanıt beni şaşırttığı ölçüde memnun da etmişti. Çünkü bir yanıyla hâlâ ‘Turan’ hayaline bağlı, çok dürüst ve mütedeyyin birinden gelmişti cevap. Ne şiiri ne hayatı ile modernizme pas vermeyen biri ile, “benim şiirim biraz erotiktir” diyen modernist Cemal Süreya’ya uzanan düşünsel kardeşliğe, ‘imgeci şiir’in ve edebiyatın gizil gücüne şahitlik etmek harikaydı.
Yalçın Armağanİmkânsız Özerklik (2011) ve İmgenin İcadı (2019) kitaplarında İkinci Yeni odağında ortaya koyduğu ufuk açıcı perspektif ile son yıllarda edebiyat kamusunun en dikkat çekici araştırmacılarından biri oldu. Yalçın hocaya bakınca, Orhan Veli’nin meşhur şiirinde söylediği “edebiyat tarihçisi bulsun” sözünün muhatabını görüyorum. Çoğu akademisyende artık kanıksadığımız tekdüzelik ve kendi minimal alanı dışında bir şeyden söz edemeyen yaklaşımın aksine, özgün kavramsallaştırmalar üzerine inşa edilmiş, hace-i evvellikten uzak bir entelektüel tavrı var onda. Yazı ve konuşmalarında da seziliyor bu; ilgilisi için keyifli, merak uyandırıcı ve dostane bir sohbet havası taşıyor anlattıkları.
Özellikle Melih Cevdet Anday’ın kitaplaşmamış yazılarını yayına hazırlamış olmasının zamanla başka şair-yazarları da kapsayacağına inanıyorum, temenni ediyorum. Edebiyatın da arşivleri var ve burası –yalnızca– tarihçilere bırakılmayacak kadar önemli yerler!
I. Dünya Savaşı sonrası koşullarında bir tepki hareketi olarak ortaya çıkmış Dada’nın kısa bir süre sonra (Lautréamont gibi bir ‘baba’ bulunduktan sonra belki de) Sürrealizme evrilmesi, dönüşmesinin birçok üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi, bizde de bir yansıması olacaktı –bir başka savaş sonrası. İlhan Berk, Cemal Süreya, Sezai Karakoç gibi isimlerin Fransızcadan yaptıkları çeviriler bir yana, Türk münevverlerinin Baudelaire ya da Nerval ile kurdukları yakınlık da ortadadır. Konuya dair, dolaylı da olsa okuduğum en çarpıcı anekdotu Ece Ayhan yazmıştı: “Ben İsviçrelerde burslarla yaşadım, annem de İstanbul’da benim biriktirdiğim kitapları satarak geçinmeye çalışmıştı, en son Gaspard de la Nuit gitmiş.”
İkinci Yeni’nin ‘babasızlığından’ dem vurulur, kendisini hazırlayan koşulların muğlaklığından… Yalçın Armağan gibi esaslı kılavuzlarımız oldukça ‘dragomanların cumhuriyeti’ni çok daha iyi anlayacağımızdan kuşkum yok. Ala ala hey!
 
M. Milât Özçelik / 4 Şubat ‘21

 1.
Harçlığınızla aldığınız ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Aldığım ilk kitabı hatırlamakta hayli zorlandım. İlkokulda Kemalettin Tuğcu’nun Arkadaşım Teoman kitabının alındığını hatırlıyorum ama muhtemelen annem ya da babam almıştır.  Ağabeylerimin evdeki kitaplarını, sonra da Kayseri İl Halk Kütüphanesi’nin ödünç verme servisindeki kitapları okumuştum uzunca bir süre, kendi kitaplığımı kurmaya hayli geç başladım. İlk kitabımı Kayseri’de o zaman tek sahaf olan Sezen Sahaf’tan almış olmalıyım. Ama hangi kitap olduğunu hatırlamıyorum.
 
2.
Kitaplarınızın oluşturduğu yekûn için kitaplık mı kütüphane mi demeyi tercih ediyorsunuz? Sizce bir kitaplık hangi noktadan sonra kütüphane olmaya ‘terfi eder’?
Bu ikisinin arasında bir ayrım yapmadığımı fark ettim, soruyu görünce. Bazen kütüphane diyorum, bazen kitaplık. Sanırım sizin koyduğunuz ayrım, niceliksel. Bu açıdan bakınca, bir “kütüphane”m olduğunu söyleyebilirim. Çok hızlı kitap alıyorum ve mekân değiştirdikçe kitaplığından eleme yapmak zorunda kalıyorum. Şimdiye kadar aldığım kitap sayısı 9 bin civarındadır ama şu anda yaklaşık 6 bin kitabım var. Küçük bir kütüphane denebilir sanırım.
 
3.
Ülkemizdeki insanların çoğunun kitaplarını yayınevlerine göre dizdiklerini/yerleştirdiklerini düşünüyorum. Georges Perec’in “Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar” başlıklı yazısında (Gergedan Dergisi, Ekim 1987.) yayınevine göre dizme seçeneğini es geçmiş olmasına şaşırmıştım. Siz nasıl diziyorsunuz? İkinci bir seçenek olarak hangi yolla dizerdiniz?
Türe göre her rafın ayrı bir mantığı var. Şiir kitaplarını şairlerin ilk kitabının çıktığı tarihe göre diziyorum. Osmanlı şiiri ayrı bir raf, çeviri şiirler ayrı bir raf oluşturuyor. Kurmaca kitapları da aynı biçimde sıralıyorum. Çeviri romanlar ülkelere göre gruplanıyor. Çağdaş felsefe, Marksizm, edebiyat kuramı, Frankfurt Okulu, feminizm kitapları, modernizm/modernleşme kitapları, antolojiler, anılar, yayıncılık tarihi kitapları… diğer gruplanmış raflarım.
İkinci yola gelince… kitapları okuma sırama göre bir sıralama yapmak isterdim. Böylece hem kendi tarihsel serüvenimi görürdüm hem de de yalnızca bana özgü bir sıralamaya biçimi geliştirebilirdim.
 
4.
Artık ‘nadirkitap’ vb. sitelerin yanında, sosyal medya platformları üzerinden yürüyen ‘online mezatlar’ bile var. Bir kitaba ulaşmak o kadar da zor değil; yeter ki bazen absürt meblağlar gözden çıkarılabilsin. En uzun süre aradığınız kitabı ve başınızdan geçenleri paylaşır mısınız?
Aradığım ve nihayet ulaştığım çok kitap oldu. Sonuncusunu anlatayım. Nilüfer Belediyesi’nin yayını olan “İlhan Berk’e Ev Ziyareti” kitabını uzunca bir süre aradım. İnternetten ulaşılabiliyordu ama fiyatı çok yüksekti. Bir konuşma vesilesiyle Bodrum’a gittiğimde artık Berkhane adını alan İlhan Berk’in evine gittik. Şairin oğlu Ahmet Berk’e bu kitabı aradığımı söylediğimde, evdeki iki kopyadan birini bana armağan etti. Bu sayede aradığım şeyin kitap olmadığını, özel bir katalog yayını olduğunu da anladım. Ahmet Berk, sonrasında da İlhan Berk’in Kendi Seçtikleri kitabını da armağan ederek beni ziyadesiyle mesut etti.
 
5.
Kütüphanenizdeki/Kitaplığınızdaki en sevdiğiniz serilerden bahseder misiniz? Kapanmış yayınevleri içinde en çok özledikleriniz hangileri?
Metis Yayınları’nın edebiyat teorisi serisini her açıdan çok seviyorum. Çok iyi kitaplar, iyi çeviri, güzel kapak tasarımı ve özenli baskı.
Kapanmış yayınevi değil ama kapanmış seri olarak Murathan Mungan’ın editörlüğünü yaptığı Çilekli Kitaplar serisini çok özel bulurum. Bende çok az kitabı olsa da, Murathan Mungan’ın o dönemdeki tercihleri ve baskı konusundaki özeni Türkiye’deki yayıncılığın önemli bir anıdır.
1960’lardaki E Yayınlarının kurmaca serisi de hatırlanmalı. Ayrıca E Yayınları’nın 1970’lerin başındaki dört kitaplık şiir serüveni de çok özeldir. Cemal Süreya’nın Beni Öp Sonra Doğur Beni, Ece Ayhan’ın Devlet ve Tabiat, Oktay Rifat’ın Yeni Şiirler ve Yannis Ritsos’un Umarsız Penelope bu seriden çıkmış ve sonra seriye devam edilememişti. Cemal Süreya’nın kitabı hariç üçü kitaplığımda olduğu için kendimi şanslı hissediyorum.
 
6.
Hermann Hesse Robert Walser’den bahsederken, “Yüz bin okuru olsaydı, dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye yazmıştı. Sizin için böyle bir ortak kitap/yazar var mı (ve neden)?
Nurdan Gürbilek. Hiç kavga etmediği için.
 
7.
Alıp da okumadığımız kitaplar var bir de... Buradan onları teselli etmek için ne söylemek istersiniz?
Hâlâ genç sayılırım. Bir bu kadar daha yaşarsam mutlaka onlara da sıra gelecek.
 
8.
“Bunların hepsini okudun mu?” sorusunu hangi cevap ya da cevaplarla karşılıyorsunuz?
Zaten söylenmiş ve iyi sonuç almış bir cevabı veriyorum: “Walter Benjamin’in de dediği gibi ‘Kitaplar sadece okunmak için değil, birlikte yaşanmak içindir’ ”.
 
9.
Iskalandığını düşündüğünüz yerli yazarlar kimlerdir?
Yazar değil ama kitaplardan söz edilebilir. Mesela Melih Cevdet Anday’ın Raziye romanı hak ettiği ilgiyi göremiyor.
 
10.
3 de film önerisi isteyerek bitirelim!
Hemen aklıma gelen ilk üç film:
Theodoros Angelopoulos- Sonsuzluk ve Bir Gün
Claude Sautet- Ayazda Bir Yürek
Julie Gavras- Fidel Yüzünden
 
 
YALÇIN ARMAĞAN


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka