Ana içeriğe atla

Saroyan Usta

 

“Kızımla oğlum, 1959 yazında Paris’te bende kaldıklarında ağustosun böyle olduğunu hiç hatırlamıyorum; aslına bakarsanız şimdiye kadar Paris’te hiçbir ağustos böylesine ıslak ve kasvetli olmadı. Bunu derken, en ıslak, en kasvetli, en karanlık günlerde bile güneşin ve güzel havanın birkaç saatliğine de olsa kendini gösterdiği oluyor. Yakında düzelir nasılsa. Bundan sekiz yıl önce oğlumla hemen her gün taksiyle koşu alanına gider, yarışlara oynardık. O on beş, ben elli bir yaşındaydım. Bu gibi şeyler takılıyor kafama. (...) Bundan otuz yıl önce, Tolstoy’un oğulları ve kızları hakkında yazdıklarını ilk kez okurken büyülenmiş, hayran olmuş ve çok şaşırmıştım; zira onlardan kendisiyle aslında hiçbir bağları yokmuş gibi söz ediyordu, bu da bana çok garip gelmişti. Çocuklarını seviyor muydu? Bir babanın çocuklarını sevmemesi mümkün müydü? Bana bu bütünüyle imkânsız görünüyordu. (...) Ne var ki 1959'da üçümüz Victor Hugo Caddesi'ndeki evde üç ay kaldığımızda çok eğlenmiştik. Durmadan da tartışırdık, ama aslında çok eğlenirdik. Çok da hüzünlüydü, öylesine keder vericiydi ki şimdi bundan bahsetmek mümkün değil. Hayat böyle işte. Çocukları olmayan ne demek istediğimi anlayamaz.”
(William Saroyan, Paris-Fresno Güncesi, 12 Ağustos)
 
Ödlekler Cesurdur ile gözde yazarlarımdan biri haline gelen Saroyan'ın yıllardır ertelediğim kitabını nihayet bitirdim. Çok keyifliydi ve çok hüzünlüydü! Saroyan’ın gerçek bir yazı ustası olduğunu söylemeye gerek yok –yine de söylemek istedim.
 
Saroyan usta, 30 yaşındayken Pulitzer’e layık görüldüğü halde ödülü reddedecek kadar da müstağni biridir... Kitap vesileyle izlediğim Lusin Dink belgeseli Saroyan Ülkesi (2013) de iyi niyetli, güzel bir girişim olmuş. Böylesi işler daha çok artsa ve Elia Kazan, Yorgo Seferis gibi hemşehrilerimiz üzerinden de anlatılsa keşke diyorum. Çünkü hemşehricilik kazandırır! 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Muallakat ve Şairleri: Bir elin ağza gidişi gibi...

Etel Adnan Muallakat ( muallakāt) , câhiliye döneminde yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonuna verilen addır. (Hangi şairlerin şiirlerinin bu derlemeye dâhil edildiği ve sayılarının kaç olduğu konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.) Sözlükte,  “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek” anlamındaki alak (alâka) kökünden türeyen muallaka kelimesinin çoğulu olan muallakat “beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan, sergilenen şiirler” demektir. Rivayete göre muallakat, câhiliye devri Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda düzenlenen şiir yarışmalarında eleştiri süzgecinden geçerek seçilmiş, keten bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Muallakat şairlerinin en eskisi, milâdî VI. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul edilen İmruülkays b. Hucr ’dur. Diğerleri bu asrın ikinci yarısında hayat sürmüştür. Bunlardan sadece Lebîd b. Rebîa