Ana içeriğe atla

Alışılmadık Kitaplar




“Alışılmadık Sesler” (Dost Kitabevi 1999), Hira Doğrul’un binbir emek ve duyarlılıkla izlediği onlarca müzik dergisi ve fanzininden derlenmiş kavramsal ve yenilikçi müzik yazılarından, röportajlarından oluşan enfes bir kitap.

Sahici başucu kitaplarından...

Kitapta yazısı bulunan, adı geçen yazarların neredeyse hepsi ‘yabancı’. ‘Yerli’ olarak bir tek Yavuz Baydar var! Tabii bu ‘tek tanıdık kişi’ anlamına gelmiyor... (Bunu söylüyorum çünkü internet ortamında ‘bile’ haklarında neredeyse hiçbir bilgiye erişemediğiniz isimler, topluluklar var.)

Farklı kültürlerin geleneksel müzik anlayışlarını konu eden yazılar ufuk açıcı sahiden de. –Biraz da korkutucu: ‘terketme’ hormonunu harekete geçiriyor, kaçıp gidesin, yeni yerler, şehirler bulasın geliyor. Bulamayacağını bildiğin, sonunda yorgun, boynun bükük döneceğini bildiğin hâlde…

En iyisi sözü Hira Doğrul’a bırakayım!

''
(...)
Bu naçizane lakırdılarla kendimle bir güzel çeliştikten sonra kitaba dönersem: İlk başta güzel yurdumuzda pek az bilinen ve hayatı sürdürebilmemin yegane sebebi olan bazı gruplar/müzisyenlerle ilgili bir derleme düşünmüştüm; ama daha rock üzerine bile doğru dürüst yazıların çıkmadığı bir ortamda Gregor Cürtens'den bahsetmek pek anlamlı olmayacaktı. Bu yüzden, hiç bir türe sığmayan bu müzisyenler yerine, bunlara kaynaklık eden, Batı-dışı yaklaşımları başlatan bazı kilometretaşı Batılı müzisyenlere odaklandım. Bunları ve yazıları seçerken bir tutarlılık kaygısı gütmedim (Yine de Cage'den La Monte Young'a buradan da John Cale üzerinden Sex Pistols'a varan bir çizgi çekmek mümkün sanırım) ve her ismin ruhuna uygun yazılar çevirmeye çalıştım. Benim açımdan kitabın büyük bir eksiği kaldı: Endüstriyel müzikle (Einstürdenze Neubaten, Throbbing Gristle vb.) ilgili bir bölüm hazırlamayı istemiştim, bu konundaki yazılarına yer vermesi için Kemal Aydemir'le görüştüm fakat o yazılarını kitaplaştıracağını söyledi ve bu bölüm de yattı. Kendi çevirilerim dışında (ki bunların bir kısmı daha önce Çalıntı'da basılmıştı, bunları silbaştan düzelttim ve eksiklerini tamamladım) önceden çeşitli dergilerde çıkan ve kitabın çatısına uyan mühim bazı yazılara da yer vererek bunların kalıcılaşmasını istedim (Kendisine ulaşamadığım için sadece Erkan Şimşek'ten yazısının yayımı için izin alamadım, umarım bir sorun yoktur). Bazılarındaki tüm dil yanlışlarına ve ifade bozukluklarına karşın, dergi (fanzin) kavramını ve telif yazıları desteklemek üzere bunların hiçbir düzeltmeden geçirilmeden basılmasına karar verdik. Sonuç olarak içindeki örtük bütünlüğü keşfedenlere daha çok şey vaat eden bir kaos-karmaşa kitap çıktı ortaya…
(Kitaba yazdığı önsöz’den)



Kitabın devamı da gelebilseydi keşke. 99'dan bu yana neler oldu neler! Bu kez fanzinlerin yanısıra blog yazılarına daha çok ağırlık verilirdi belki. Arada fecî sağlam sayfalara denk geliyorum –insan okumaya korkuyor!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergin Altay ile Rusçadan Türkçeye Çeviriler Üzerine Bir Röportaj / M. Milât Özçelik

Ergin Altay 1937'de Edirne'de doğdu. Babasının devlet memuru olması nedeniyle çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti. 1953''te Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. Orada kendi isteğiyle yabancı dil olarak Rusça'yı seçti. 1956'da DTCF Rusça bölümünden mezun oldu. Askeri Lise'de Rusça öğretmenliği yanında Rusça'dan Türkçe'ye çeviri ile ilgilenmeye başladı. İlk çevirisi Yusuf  Ziya Ortaç'ın  "Akbaba"  dergisinde yayınlanan Zoşçenko'dan bir öyküdür. Daha sonraları özellikle Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere çeviriler yaptı. Puşkin, Gogol, Çehov, Gonçarov, Lermontov, Gorki, Bulgakov, Turgenyev çevirdiği diğer yazarlardandır. Mesleğini günümüzde de sürdürmektedir.  * Rusçadan Türkçeye çok sayıda kitap çevirdiniz. Neredeyse tüm klasik Rus edebiyatını sizin çevirilerinizden okumak mümkün. Rusça’dan Türkçe'ye yaptığınız çeviriler için neler söylemek istersiniz? Mütemadiyen karşı karşıya kaldığınız so

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Muallakat ve Şairleri: Bir elin ağza gidişi gibi...

Etel Adnan Muallakat ( muallakāt) , câhiliye döneminde yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonuna verilen addır. (Hangi şairlerin şiirlerinin bu derlemeye dâhil edildiği ve sayılarının kaç olduğu konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.) Sözlükte,  “bir şeyi diğeriyle irtibatlandırmak, bir şeyle ilgilenip onu beğenmek ve sevmek” anlamındaki alak (alâka) kökünden türeyen muallaka kelimesinin çoğulu olan muallakat “beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan, sergilenen şiirler” demektir. Rivayete göre muallakat, câhiliye devri Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukâz vb. panayırlarda düzenlenen şiir yarışmalarında eleştiri süzgecinden geçerek seçilmiş, keten bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Muallakat şairlerinin en eskisi, milâdî VI. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul edilen İmruülkays b. Hucr ’dur. Diğerleri bu asrın ikinci yarısında hayat sürmüştür. Bunlardan sadece Lebîd b. Rebîa